SİYASET NEDİR?
‘Siyaset’, Arapça kökenli bir kelime olup, lügatte at eğitimi, seyislik yapma anlamına gelmektedir. Bunun yanında aynı kavrama karşılık Batı'dan alınan ‘politika’ kelimesi de Yunan kökenli bir kelimedir. Bu kelime farklı insanlara karşı onların taleplerine göre farklı şekilde davranmak, çok yüzlülük anlamındadır.
‘Siyaset’ terim olarak, devleti ve toplumu idare etme sanatı; diplomatlık, politika; insanları, dünya ve ahiret saadetlerine yöneltme sanat, gayret ve çalışmalarına verilen isimdir.
Siyaset, insana, topluma ve ülkeye hizmet etme meslek ve metodudur. Halkın işlerini ve devletin menfaatini en uygun bir şekilde görüp gözetmektir. Bu nedenle siyasetçiler toplumun durumunu en iyi bilen, bilgili ve akıllı insanlarıdır.
Siyaset, insanların eğitimine ve gelişmesine hizmet ettiği için de hayırlı bir hizmettir. İdeal anlamda siyaset, farklı düşünen, farklı dinlere ve kültürlere sahip olan insanları birleştirici ve birliği devam ettirici vasıfları ile kendisini gösterir. Toplumun birlik ve dirliğini sağlar.
İnsanlar bilgi sahibi olmak, zengin olmak ve refah içinde yaşamak isterler. Bunun için de çalışırlar. Siyasetin amacı insanların önündeki engelleri kaldırmak ve refah için, zengin olmak için çalışan insanlara yardımcı olmaktır. İnsanlara ve kurumlara yardımcı olmak elbette çok şerefli bir görevdir.
Evsize ev, işsize iş, okumak isteyene okul, üretmek isteyene tezgah, tüketmek isteyene satın alma gücü ve özgürlük isteyene de korkusuz yaşama alanı hazırlamayı öngören çabaların ortak paydası siyasettir.
İslâmî devletin temel prensiplerini, miladî 620 ve 622. yıllarında yapılan meşhur ‘Akabe Beyatlarında’ görmek mümkündür. Beyatların içeriği incelendiği zaman, bunların ruh temizliği, sosyal reform ve hukuka dayandığı görülür.
Kur’an-ı Kerim’e göre, mülk Allah’ındır, yani yeryüzünde Allah (c.c.) hükmeder. Bu bakımdan Kur’an’ın şu âyetleri anlamlıdır:
“Rasûlüm de ki: Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de çeker alırsın...”
“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.”
“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.”
Bu âyetlerden anlaşıldığına göre, evrende Allah’ın hükümleri uygulanmalıdır. Çünkü evren onun mülküdür.
Ayetlerden çıkarılan bir başka hüküm; Allah (c.c.)’ın hükümranlığı karşısında insanlar tıpkı bir yöneticinin tebâsı gibi bir ve aynı düzeydedir.
Bir başka nokta da; insanın ilâhî kudret ve ilâhî kanun karşısında son derece acz içinde olduğudur.
İslâm, devlet içinde siyasî birliğe çok önem verir, siyasî birliği bozacak hareketlere asla hoşgörü göstermez. Onun için, fitneyi katilden daha kötü görür. Fitneye neden olan, Allah (c.c.)’ın gazabına müstahaktır:
“Demek, idareyi ve hâkimiyeti ele alırsanız hemen yeryüzünde fesat çıkaracak, akrabalık münasebetlerinizi bile keseceksiniz, öyle mi? Onlar öyle kimselerdir ki, Allah kendilerini rahmetinden uzaklaştırmış da kulaklarını sağır, gözlerini kör etmiştir.”
İslâm, siyasî karışıklık çıkaranlara itaat edilmemesini emreder: “Müfterilerin (Müşriklerin) emrine boyun eğmeyin ki, onlar yeryüzünü fesada verir, ıslah etmez kimselerdir.”
Onların bu hareketlerini, Allah (c.c.)’a ve Rasûlüne karşı harp açmak olarak kabul eder, öldürülmelerini veya sürülmelerini emreder. Bu hususta şu Kur’an âyeti çok açıktır:
“Allah’a ve Rasûlüne (müminlere) harp açanların yeryüzünde (yol kesmek suretiyle) fesatçılığa koşanların cezası, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları yahut sağ elleriyle sol ayaklarının çapraz olarak kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir.”
İslâm siyasetinin başarılı olması için, Müslümanlar birlik halinde olmalıdırlar. Bu husus açık ve kesin bir emir yani farzdır: “Hepiniz toptan sımsıkı Allah’ın ipine (dinine, şeriatına) sarılın; parçalanıp ayrılmayın.”
Müslümanlar, birbirleriyle uysal ve kardeşçe bir birlik kurmalıdırlar: “Eğer müminlerden iki zümre birbiriyle dövüşürlerse, hemen aralarını (bulup barıştırın)... Müminler kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını bulup barıştırın.”
İslâm siyasî anlayışında, Peygamber (s.a.v.)’e vahyedildiği şekilde, ilâhî kanuna itaat emredilir: “ Ey İman edenler! Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Kendiniz (Kur’an’ı) dinleyip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin!”
Bu itaat, pasif anlamda bir itaat değildir. Müslüman aynı zamanda, Allah (c.c.)’ın kanununu yeryüzünde yaymak için her türlü ıstırap, zorluk, açlık ve susuzluğa katlanacaktır.
İslâm siyaset ve idaresi, adalet temeline dayanır. ‘Peygamberliğin ilk esası insanlar arasında adalettir’, diyenler vardır. Hâkimlere, heva ve heveslerine, sevgi veya nefrete göre değil, adaletle hareket etmeleri emredilir. Haksız hüküm verenlerin Cehennemde demirden bir el ile cezalandırılacakları haber verilir. Bu demirler bir devletin hukuk sistemini oluşturan en parlak prensiplerdir.
İslâm yönetim anlayışında, toplumun, hırsızlık, zina, iftira vs. diğer kötü hallerden uzak olması, karşılıklı ilişkilerde adaba dikkat olunması emredilir.
Kur’an’a dayalı devlet anlayışında, şûranın önemli bir yeri vardır. İyi bir Müslüman’ın Allah (c.c.)’a güvenen, kötülüklerden sakınan, hakkını savunan ve gerektiğinde müşavere eden kimse olduğu belirtilir.
İslâm siyaset anlayışında, ilâhî hukukun düşmanlarıyla ittifak akdetmek ve bir kere harp ilan edildikten sonra onlara gevşeklik göstermek yoktur.
İslâm devletinde, farklı dinî inançlara, düşüncelere sahip olmak, vatandaşların hakkıdır. Yani inanç ve fikir özgürlüğü İslâm toplumunda tam anlamıyla vardır. Ancak bu hak ve özgürlük İslâm toplumunun bozulması ve fitne çıkarılması yönünde kullanılamaz.
“Dinde zorlama yoktur. Şüphesiz iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır.”
İslâm siyaset anlayışında, başka inançta olanlarla en uysal bir tarzda konuşulur: “(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel yol hangisiyse onunla yap!”
İslâm siyaseti, birbirine düşman sınıf ve kast sistemini kabul etmez. Bunun ilâhî kanunlara karşı gelenlere verilen bir çeşit ceza olduğunu açıklar:
“O, sizi (ey Peygamberin ümmeti) yer (yüzün)’ün halifeleri yapan, sizi, size verdiği şeylerde imtihana çekmek için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır. Şüphe yok ki, Rabbin, cezası pek çabuk olandır.”
Her ne kadar farklı milletler ve kabileler varsa da, bunların fizikî menşeleri birbirinin aynıdır.
İslâm devlet anlayışında asalet, belirli bir aile, ırk, kabile ve millete ait değildir. Asalet; kişinin karakterinde, hal ve gidişinde asil olmasıyla mümkündür: “Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi birbirinizle tanışasınız diye, milletlere, kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileride olanınızdır...”
Onun içindir ki, Hz. Peygamber (s.a.v.), kendi halasının kızını, kölelikten azad edilmiş olan Zeyd b. Hârise’ye vermiş; kölelikten azad edilmiş birinin oğlunu Kureyş asillerinin de içinde bulunduğu bir orduya komutan yapmıştır. Yine İslâm Peygamberi, her türlü imkâna sahip olduğu halde, en fakir bir kimse gibi hayat sürmüş, mazlum ve yoksulun refahından başka bir şey düşünmemiştir.
Dini hükümler yönünden siyaset dinin yüzde biri olsa da sosyal hayat bakımından siyaset hayatın yüzde ellisinden fazla bir yer işgal eder. Her insan ister istemez siyasetle ilgilenir, hizmet eder. Günümüzde siyasi partilere üye olmaları ve oy vermeleri bakımından siyaset insanların çoğunun ilgilendiği bir husustur.
Bediüzzaman Said Nursî, “Her bir adam vatanla, milletle, hükümetle alakadardır” demektedir. “Ancak bu alakadarlık muvakkat cereyanlara kapılıp, millet, vatan ve hükümetin menfaatini, bazı şahısların muvakkat siyasetlerine tabi etmek, belki aynını telakki etmek çok yanlış olmakla beraber, o vatanperverlik, milletperverlik hissinden ve vazifesinden herkese düşen vazife bir ise, kendi kalp ve ruhundan, idare-i şahsiye ve beytiye ve diniyeye duyulan hizmet, alaka ve merak on, yirmi, belki yüzdür. Bu ciddi alakaları bırakıp, siyaset cereyanlarına münhasır alaka göstermek divanelik değil de nedir?” Diye sorarak siyasetin yanlışlarına kapılmanın da doğru olmadığını ifade eder.
Ziya Paşa’nın dediği gibi siyasetçiler hizmet için önce kendilerini ıslah etmeli ve hata yapmamalıdırlar:
‘Onlar ki laf ile dünyaya verirler nizamât,
Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde.’
Filozofların dediği gibi siyaset her kişinin değil, ilim, servet ve destekçileri çok olan faziletli insanların yapacağı bir sanat ve meslektir. Liyakat, hamiyet ve gayret gerektirir. Fedakârlık duygusundan mahrum olanların ve hizmet anlayışından uzak olanların yapacağı bir meslek değildir. Menfaat üzerine dönecek olursa insanı canavar haline getirir.
Siyaset, millete hizmet etmek isteyen hamiyetli ve kalbi vatan sevgisi ve milliyet duygusu ile dolu fedakâr ve kahraman insanların mesleğidir. Her kişinin değil, er kişinin işidir.