UKÛBAT
‘Ukûbet’, sözlükte ceza demektir. ‘Ukûbat’ ise, bu kelimenin çoğulu olup ‘cezalar’ anlamındadır. İslâm kültüründe ise, suç kabul edilen filleri işleyenlere dünyada İslâm devlet yönetiminin ve ahirette Allah (c.c.)’ın vereceği cezaların bütününü ifade eder.
İslâm, insanların hem dünya ve hem de ahiret mutluluğunu amaç edindiği için din ve dünyanın arasını birleştirmiştir. Bunun için de insanları zor-kolay, gizli-açık emir ve yasakları konusunda uymaya zorlamaktadır. Müminler inanıyorlar ki, Allah (c.c.)’ın emrettiği şekilde kurallarına uymak hem ibadet hem de dünya ve ahiret mutluluğuna nedendir. Bu kurallara uymak, kişiyi Allah (c.c.)’ına yaklaştırır. Bundan dolayı da kıyamet gününde karşılık kazanacaktır. Bunu bilerek kimse suç işlemez. İşte böylelikle İslâm, bireylerde yasaklara karşı bir bilinç titizliği, inceliği oluşturmuştur. Ahiretteki ceza veya mükafat duygusu işte bu titizliği sağlar.
İnsanlar, ahiretteki ilâhi hesaplaşma duygusundan uzak oldukları zaman fırsat bulduklarında her suçu işleyebilirler. Onların gönüllerinde suç işlemeyi engelleyici bir güvenlik sigortası yoktur. Fakat İslâm, Allah (c.c.) korkusu, O’nun emirlerine itaat ve engin bilinç titizliği ile Müslümanların gönlüne yerleştirmiştir. Bunun için de Allah (c.c.) nizamının uygulanmadığı yerlerde ahlâk kuralları zedelenmekte, suç oranları sürekli artmakta ve insanlar mutsuz yaşamaktadırlar.
İslâm’ın hükümlerinin birbirinden ayrılmaz ve parçalanmaz bir bütün olduğunu ve bunlardan bir tanesinin bile inkar edilmesi halinde tümünün inkarının kabul edildiği ve böylece bunu yapan kimsenin İslâm dininden uzaklaştığını mümin olan herkes bilmektedir. Kur’an’ın bütün hükümlerine gönülden inanıp, tam olarak bağlanmak ve onları yaşamın ilgili alanında uygulamak da aynı şekilde bir zorunluluktur.
İşte bu konudaki ayet-i kerime:
“Yoksa siz o kitabın (Kur’an’ın) bir kısmına inanıyor da, bir kısmını da inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında rezillikten başka bir şey değildir. Kıyamet gününde de oblar azabın en çetinine itileceklerdir.” (1)
“O halde siz insanlardan korkmayın, benden korkun. Benim ayetlerimi az bir paha satmayın. Kim Allah (c.c.)’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (2)
İslâm, zaman ve mekanın dar sınırları içine de sıkıştırılamaz. O yalnızca belirli bir zamanda uygulanmak, diğer zaman veya coğrafyalarda uygulanmamak gibi bir noksanlık içinde de değildir. İslâm, bütün zamanların ve bütün mekanların sistemidir. İslâm’ın hükümleri öyle düzenlenmiştir ki, zamanın ilerlemesi, mekanların değişmesi onu etkilemez ve yeniliğini yıpratmaz. Genel kurallarının, ana esaslarının değişmesi asla söz konusu değildir.
İnsanların kurdukları sistemler sürekli ve evrensel değildir. Çünkü bunlar, bulundukları toplumun durumu ve değerleriyle gelişim gösterirler. Toplumların görüş açılarının değişimiyle de değişirler. Dolayısıyla bu sistemlerin kaynağı fani ve hergün yeni şeyler peşinde koşan insanoğludur. Fakat İslâm’ın kaynağı, her zaman Hayy (diri) ve Kayyum (sürekli uyanık) olan ve evrenin bütün ömrünü ve sonunu bile Allah (c.c.)’ın kendisidir.
Yasak ve Cezaların Nedeni
Suç olarak değerlendirilen fiiller, ya emirlerin yapılmaması, ya da yasakların yapılmasıyla oluşur. Suçun oluşmasıyla da, toplum düzenine zarar, inançlara saldırı, bireylerin hayatına, mallarına, namuslarına, kişilik haklarına ve toplumun korunması gereken değerlerine zarar söz konusudur.
Suça ceza verilmesi, insanların onu işlemesini önlemek içindir. Eğer suçun karşılığında ceza olmasaydı, emirler ve yasaklar lüzumsuz şeyler olurdu. İşte emir ve yasaklara bir anlam kazandıran ve bir sonuç sağlayan unsur cezadır. Ceza ile yeryüzünde bozgunculuğun yayılması önlenir ve insanların kendisine zararı dokunan şeylerden uzaklaşması; yararına ve iyiliklerine olan şeyleri işlemesi mümkün olur.
Cezalar her ne kadar toplumun yararı için konulmuş ise de, cezanın kendisinde fayda söz konusu değildir. Ceza kendi özelliği itibariyle tamamen suçluya yapılan bir kötülüktür. Ancak İslâm hukuku cezayı koyarken toplumun gerçek yararına ve bunların korunmasına neden olduğu için koymaktadır. Bu hükümleri koyan ve emreden Allah (c.c.)’tır. İsyan edenlerin baş kaldırması O’na bir zarar vermez. Bütünüyle yeryüzündeki insanlar O’nun buyruklarına karşı gelmiş olsalar, Allah (c.c.)’a bir zarar veremezler. Bunun gibi bütün yeryüzündeki insanlar O’nun emirlerine uysalar, O’na bir yarar sağlamazlar. Fakat Allah (c.c.) kullarına acımayı kendi üzerine almış ve peygamberleri (a.s.) insanlara rahmet olsun diye göndermiş ve böylece onları kurtarmayı dilemiştir.
İslâm hukuku, ahlâki faziletleri toplumun üzerine kurulduğu birinci esaslar olarak kabul etmiştir. Onun için de ahlâkın korunmasına titizlik gösterilir. Bu konuda çok şiddetli davranarak ahlâka zarar verici veya ahlâkı rencide edici her davranışı cezalandırma yoluna gider. Beşeri hukuk sistemleri ise, ahlâki konuları hemen hemen ihmal etmiş gibidir. Örneğin beşeri hukuk zinayı suç olarak kabul etmez. Ancak zina eden taraflardan birisi diğerini zorla bu işe sevk ettiği zaman kanun onun yakasına yapışır. İslâm hukukuna gelince o bütün şekilleri ve şartlarıyla zinayı cezalandırır. Çünkü ona göre zina ahlâkı ilgilendiren bir suçtur. Ahlâk bozulunca da toplum bozulur ve toplumda çürüme baş gösterir. Bunun gibi beşeri hukuk içki içmeyi de suç saymaz. Sarhoşluğu bizatihi suç kabul etmez. Ancak başkalarını rahatsız ettiği zaman suçtur. Bu haliyle sarhoş, insanları rahatsız ve onun hukukuna tecavüz etmiş sayılır.İslâm hukukuna gelince, içki içmek suçtur. İçen kişi isterse sarhoş olmasın, isterse çevresine zarar vermesin fark etmez. Çünkü İslâm hukuku içki konusunda suça çok geniş anlamıyla ahlâki açıdan bakar. Ahlâk korunduğu zaman içkinin sebep olduğu diğer kötülükler de ortadan kalkar. Bireylerin sağlığı, namusu, malı, kanı, güvenliği ve nizamı da korunmuş olur.
İslâm hukukunun ahlâka bu açıdan bakarak titizlik göstermesi, O’nun dine dayalı bir sistem oluşundandır. Din ise güzel ahlâkı emreder, faziletleri teşvik eder, yararlı, salih ve iyi bir toplum oluşturmayı hedef alır. Dinin emirleri değiştirilemeyeceği, onlarda eksiltme veya artırma söz konusu olmadığı için, toplumun ahlâkını korumaya devam edecektir.
İslâm hukukunun kaynağı yüce Allah (c.c.)’tır. Çünkü İslâm hukuku dine dayalıdır. Din ise Allah (c.c.) katından gelir. İslâm hukukunu inceleyenler görürler ki, bazı fiiller suç olarak değerlendirilmiş ve cezası da ayet-i kerimenin metniyle Kur’an’da belirtilmiştir. Bazı suçlar ise suç olarak değerlendirilmekle beraber cezası peygamberin sözü veya fiiliyle kesinleşmiştir. Diğer bir takım suçlar da vardır ki, suçu ve cezayı oluşturan fiili kesin olarak belirlemek hakemler heyetine bırakılmıştır. Buna göre denilebilir ki, İslâm hukukunun Ceza Hukuku bölümü tamamen Allah (c.c.) katından gelmedir. Şu kadar var ki, bazı suçları ve cezalarını belirlemek, Allah (c.c.) ve Resûlünün bildirdiği hükümlerin sınırları dahilinde amel ettikleri müddetçe İslâm hukukçularına bırakılmıştır. Bunlar, İslâm hukukunun genel kurallarına aykırı hüküm veremezler. (3)
---------------------------------------
(1) Bakara sûresi, 2/85.
(2) Maide sûresi, 4/44.
(3) İslâm Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk, A. Kadir Udeh, Trc. A. Nuri, İst-1976.