İLİM ADAMLARINA KARŞI DAVRANIŞLAR

 

Erdemli siyasetçi, devlet işlerinde âlimlerle istişare etmeyi bir usul haline getirir. Önemli konuları ve problemleri o konunun uzmanı âlimlerle istişare etmeden karar vermez. İlim kurumları, üniversiteler ve enstitülerin görevi, ülkenin ihtiyaç duyduğu bilgi ve teknolojileri geliştirip, sistemleştirip onların denemelerini yaptıktan sonra siyasetçilerin kullanımına hazırlamaktır.

 

İslâm dini ilme, ilim adamlarına ve eğitime çok fazla önem vermektedir. Kişinin kendisini yaratan Rabb’ini, yaratılış gayesini ve yaratılanların hikmetlerini bilmesi üzerindeki sorumluluklardan bazılarıdır. Bunun için de bunları bilen, bildiklerini yaşamaya çalışan ve insanlara aktaran âlimlere müracaat etmelidir. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Kim bir ilim öğrenmek için bir yola girerse Allah onu cennete giden yollardan birine dâhil etmiş demektir. Melekler, ilim talibinden memnun olarak kanatlarını (üzerlerine) koyarlar. Semâvat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfar ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü, dolunaylı gecede ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasip elde etmiştir.”[1]  Âlimlerin, Peygamberlerin varisleri olduğunu bildiren dinimiz, âlimlere düşmanlık edilmesini kesin bir şekilde yasaklamaktadır.

 

Allah Teâlâ, âlimlerin tavsiyelerine uymayı emrediyor: “Âlimlere sorun!”[2] ve “Peygamberin emrettiğini yapın, yasakladığından sakının!”[3] Buyuruyor.

“Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.”[4] “Bilmiyorsanız âlimlerden sorun!”[5] “Bunun hükmünü peygambere ve ulül-emre (âlimlere) sorsalardı, öğrenirlerdi.”[6] Ayet-i kerimesinde geçen ulül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılıdır. Peygamber (s.a.v.) de “Ulül-emr, fıkıh âlimleridir” Buyurdu.

 

Allah Teâlâ insanların ilme ve âlime değer vermediği, âlimlere karşı alaylı konuşulduğu, onlara karşı alay edildiği takdirde onlara karşı uygulayacağı yolu şöyle açıklamaktadır: “Allah Teâlâ ilmi, kullarının kalplerinden silmek suretiyle değil âlimlerin ruhlarını kabzetmek suretiyle alacaktır. Sonuçta hiç âlim kalmayınca insanlar cahil bir takım kimseleri kendilerine başkan edinirler, bunlara bir takım şeyler sorulur. Onlar da ilimleri olmadığı halde fetva verirler de hem kendileri sapıklığa düşerler hem de halkı sapıklığa düşürürler.”[7] İlmini pratiğe aktarması gerekirken, söz dalaşı yapmaktan hoşlanan lüzumsuz cedel ve münakaşaya giren kimselerin “hayırsız” ve “nasipsiz” olduklarını da şu hikmetli selef sözünden öğrenmekteyiz: ‘Allah bir kuluna hayır dilediğinde ona amel kapısını açar ve cedel kapısını kapatır. Allah bir kuluna şer dilediğinde de ona amel kapısını kapatır ve cedel kapısını açar.’

 

Burada karşımıza şöyle bir soru çıkabilir: Bizler ve erdemli siyasetçiler bütün âlimlere mi saygı ve sevgi besleyeceğiz? Saygıyı ve sevgiyi beslenecek âlimlerin özellikleri nelerdir? Burada faziletlerini ifade ettiği âlimlerin vasfını Allah Teâlâ ayette şöyle tanıtmaktadır: “Yine insanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da türlü renklileri vardır. Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar. Şüphe yok ki Allah çok güçlüdür. Hüküm ve hikmet sahibidir.”[8] “Hiçbir insanın, Allah’ın kendisine Kitap, hüküm (hikmet) ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara; Allah’ı bırakıp bana kul olun! Demesi olacak şey değildir. Aksine (onun şöyle demesi gerekir): Okuyup öğrenmekte ve öğretmekte olduğunuz kitap gereğince Rabbaniler (Rabbe halis kullar) olun!”[9]  

 

Bu âyet-i kerimede geçen “Rabbaniler” (rabbaniyyün), tahsil ettiği ilmin gereğini kuşanan âlimler; üstün vasıflarıyla insanları terbiye eden, söz ve davranışlarıyla onlara istikamet kazandıran örnek şahsiyetler demektir. Bu durumda, ilminin hakkını vermeyen ve onu hayata geçirmeyen bir İslâm bilgini “Rabbani âlim” unvanına layık olamamaktadır. Bugün ümmetin çektiği maddî-manevî sıkıntıların ve sosyal buhranların temelinde de, bu unvanı taşıyan model insanların az olması yatmaktadır. Rabbani âlim olarak görünüp de aslında öyle olmayan insanlar hakkında şu hadis çok manidardır: “Kıyamet gününde, halktan ilk sorgulanacak üç kişiden biri, ilim öğrenip öğretmiş, Kur’an okumuş bir kimsedir ki, buna sorulur,  Cenâb-ı Hak ona lütuf ve ihsan buyurduğu nimetleri sayar. O da bu nimetleri ikrar ve itiraf eder. Allah Teâlâ:

—Bu nimetlere karşılık ne yaptın? Der; O da:

—Ya Rab! İlim öğrendim ve öğrettim, Kur’an okudum, cevabını verince; Cenâb-ı Hak:

—Hayır, yalan söylüyorsun, ilmi sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’an’ı sana kari desinler diye okudun. Verilen emir üzerine yüzükoyun sürüklenerek ateşe atılır.”[10] 

 

Bütün bu âyet-i kerime ve hadislerden âlimlerin ilmini amele döken, riya içinde olmayan, söz ve davranışları arasında uyumsuzluk olmayan, Allah (c.c.)’ın rızası dışında hareket etmeyen bir durumda olması gerektiğini anlamaktayız.

 

Peygamber Efendimiz âlimlerin fazileti ve onları sevmemiz hususunda şöyle buyurmaktadır: “Âlimin âbide (çok ibadet eden) üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir”,  “Allah Teâlâ Hazretleri, melekleri, semâvat ehli, deliğindeki karıncaya,  denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunur.”; “Tek bir fakih, şeytana bin âbidden daha yamandır.”[11] Bu yüzden âlimlere saygıyı gerek düşünce olarak ve gerekse hareket olarak göstermek gerekmektedir.

 

Hz Ali (r.a.)’nin ‘Bana ilimden bir harf öğretenin kölesiyim’ buyurması, âlime saygının önemini göstermektedir. Bu sözdeki bir harften maksat, ilimden bir konudur.

 

İmam Şâfiî, bir çobanı görünce ayağa kalkmış. Yanındakiler, ‘Bu çobana hürmetinizin sebebi nedir?’ Diye sormuşlar. O da, ‘Bu çoban bana kitaplarda bulamadığım ilimden bir konuyu öğrettiği için, yani benim hocam olduğu için hürmet ediyorum’ buyurmuştur. Hakikati bulmamıza sebep olanlara, bize çok gerekli ilimleri öğretenlere gösterilecek hürmetin önemini bilmek gerekir.

 

İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, hocasının evi tarafına ayağını uzatmazdı. Halbuki, aralarında yedi sokak uzaklık vardı. İşte âlime saygı böyle olur.

 

Âlim olmak kolay değildir. Çünkü din âlimi olmak için, Arapça’yı bütün incelikleriyle bilmek, zamanının edebiyat ve fen ilimleri üzerinde yeterli bilgi sahibi olmak, Kur’an-ı kerimi ve manalarını ezberden bilmek, binlerle hadis-i şerifi ve manalarını ezber bilmek, İslâm’ın yirmi ana ilminde mütehassıs olmak ve bunların kolları olan seksen ilmi iyi bilmek, dört mezhebin inceliklerine vâkıf olmak, bu ilimlerde ictihad derecesine yükselmek, tasavvufun en yüksek derecesinde olmak gerekir.

 

Nasıl ki, Kur’an- kerimin muhatabı peygamber Efendimiz ise, Kur’an-ı kerimin tefsiri olan, Hadis-i şeriflerin muhatabı da âlimlerdir. Bizler, doğrudan Kur’an-ı kerimden hüküm çıkartamayacağımız gibi, hadis-i şeriflerden de doğrudan hüküm çıkartamayız. Bizler âlimlerin çıkarttığı hükümlerle ancak amel edebiliriz.

Hukukî bir işimiz olduğunda, hemen ilgili kanun yahut Anayasa kitaplarına müracaat etmeyip bir hukukçuya başvuruyor isek; sağlık problemimiz olduğunda, uzman doktora müracaat edip, onun bilgisinden tecrübesinden istifade ediyorsak, aynı şekilde dinimize ait emir ve yasaklarda da konunun uzmanı olan fıkıh âlimlerine müracaat etmemiz gerekir. Akıl da mantık da bu yolu gösterir. İslâm toplumunun bir ferdi olarak bunu yapmaya ne kadar ihtiyaç duyuyorsak erdemli siyasetçi de bizden daha fazla ihtiyaç hissetmelidir.

 

Sağlık problemimizi tıp kitaplarından kendimiz halletmeye kalktığımızda canımızdan olduğumuz gibi, dinimize ait meselelerde de, âlimleri devre dışı bırakıp doğrudan Kur’a-ı kerim ve Hadis-i şeriflerle halletmeye kalkarsak, çok büyük itikadî ve amelî hatalara düşebiliriz. Çünkü her ilmin usulü (metodoloji) olduğu gibi dinî ilimlerin de her birinin ayrı ayrı usulleri (metodolojileri) vardır. Bu usul ilimleri tahsil edilmeden o ilim üzerinde çalışma yapılamaz.

 

Yüksek ruhlar, sevdikleri ruhları yukarı çekerler. Alçak ruhlar da aşağı çekerler. İnsan öldükten sonra, ruhunun nereye gideceğini, dünyada sevdiklerinin halinden anlamalıdır. İnsan, başkalarını yaratılış veya akıl icabı yahut kendisine yaptığı iyilikler icabı veya Allah rızası için sever. Dünyada birbirini seven insanların ruhları birbirini cezbettiği gibi, kıyamette de birbirlerini cezbederler.

 

Erdemli siyasetçi bütün bu bilgiler doğrultusunda ilim adamlarına ve âlimlere azami derecede saygı göstermeli, devlet işlerinde konu ve ihtisaslarına göre onlardan en iyi şekilde yararlanmalı ve sürekli olarak istişare ve fikir alış-verişi içinde olur. Âlimlerin görüşlerini aldıktan sonra karar vermesi halinde pişman olmaz.



[1] Ebu Dâvud, İlm, 1; Tirmizî, İlm, 19; İbnu Mâce, Mukaddime, 17.

[2] Nahl sûresi, 16/43.

[3] Haşr sûresi, 59/7.

[4] Ankebut sûresi, 29/43.

[5] Nahl sûresi, 16/43.

[6] Nisa sûresi, 4/83.

[7] Sahih-i Buhari, Ehl-i İlmin Fazîleti Hakkında, 86.

[8] Fatır Sûresi, 35/28.

[9] Âl-i İmran Sûresi,3/ 79.

[10] Müslim, İmâret, 152; Tirmizî, Zühd 48; Nesâî, Cihâd 22.

[11]   Tirmizî, İlm 19.