CİHAD RUHUNU DİRİ TUTMAK

Müslüman siyasetçi, İslâm toplumu bireylerinin ve çağını paylaştığı diğer bütün insanların tam anlamıyla İslâm nimetine ve dolayısıyla dünya ve ahiret saadetine kavuşmaları için cihad ruhunu diri tutması gerekir. Bu yolda yapılacak çalışmalara ise ‘Siyasî Cihad’ denir.

Bu hususta ayet-i kerime ve hadis-i şeriflere bakıldığında İslâm’da siyasetin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar. İslâm’ın onu nasıl teşvik ettiğini ve bir yükümlülük olarak Müslümanlara yüklediğini görürüz. Zira Müslümanların maslahatlarına önem vermekle, yöneticilerin işleri ile ve yöneticileri muhasebe etmekle kısacası siyasetle ilgili birçok açık ve kesin ‘nas’ vardır. Bu nas’ların bir kısmını, siyasetin yürütülüş şeklini ortaya koyarak göstermeye çalışacağız.

Müslüman siyasetçiden istenen, insanları Allah’ın indirdikleri ile yani Kur’an-ı Kerim hükümleri ile yönetmek ve yönetilmektir. Allah Teâlâ’nın indirdiklerine göre de denetlemek ve muhasebe etmektir. İşte Allah Teâlâ’nın bu talebini ifade eden ayet-i kerimelerden birkaçı şunlardır:

“Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet (yönet). Hak’tan sana gelenden sapıp da onların arzularına uyma.”[1]

“Allah’ın indirdiğiyle yönetmeyen, işte onlar kâfirlerdir.”[2]

“Allah’ın indirdiğiyle yönetmeyen, işte onlar zalimlerdir.”[3]

“Allah’ın indirdiğiyle yönetmeyen, işte onlar fasıklardır.”[4]

“İnsanlar arasında hükmettiğinizde (yönettiğinizde) adaletle yönetin.”[5]

“Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan ihtilaflarda Seni (İslâm’ı) hakem kılmadıkça, sonra Sen’in (İslâm’ın) hükmünden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan ona tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”[6]

“Sana indirilene ve Sen’den önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Zira onlar inkâr etmekle emir olundukları halde tağutla yönetilmek istemektedirler. Şeytan ise onları uzak bir sapıklığa saptırmak istiyor.”[7]

Bu ayet-i kerimeye göre Allah’ın indirmediği dolayısıyla insanların kurduğu sistem ve hükümlerle yönetime talip olmak şeytanın güdüm alanına girerek sapıtmak, yönetimi altındakileri saptırmak ve iman iddiasını boşa çıkarmak olmaktadır. İşte asıl kendisinden Allah’a sığınılacak husus budur. Kapitalizm, sosyalizm, faşizm, komünizm gibi çağdaş tağutî sistemlerin siyasetinin yürütücüsü olmaktan Allah (c.c.)’a sığınmak gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Yoksa onlar cahiliye (İslâm dışı) yönetim mi istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre hükümranlığı (yönetim sistemi) Allah’tan daha güzel kim vardır.”[8]

Siyasetin yönetim bölümünde Allah (c.c.) Müslümanlara, insanları Allah’ın indirdiği ile yönetmeyi bu ve benzeri birçok ‘nas’ ile emretmiş iken bu emirleri yerine getirmeden Allah’a kulluk nasıl olur?

Ayrıca Allah Teâlâ, marufu emretmeyi, münkeri de yani Allah’ın rızasına uygun olmayan şeyleri de nehy etmeyi müminlerin bir sıfatı ve görevi olarak talep etmektedir. Marufu emretmek ve münkerden nehy etmek siyasî bir iştir. Çünkü marufun da münkerin de başı o toplumun yönetimidir. Yönetim bozuk olursa toplum fasit yani bozuk ve kirli olur. Çünkü yönetim toplumun yapısını teşkil eder. Sosyal ilişkileri tanzim eder. Bu tanzimdeki çarpıklık toplumda çarpık, bozuk, kötü, dengesiz ilişkileri; beraberinde de zulüm, dolandırıcılık ve yolsuzlukları getirir. Bu da yönetime ve yöneticilere yönelik marufu emretmenin ve münkerden nehy etmenin önemini ortaya koymaktadır.

İşte, Allah Teâlâ bu önemli siyasî işi Müslümanların özelliği olarak zikrederek onlardan kesin bir şekilde talep etmiştir:

“Mümin erkek ve kadınlar birbirlerinin velisidirler (dost, yardımcı ve koruyucusudurlar) marufu emrederler ve münkerden nehyederler.”[9]

“Yeryüzünde onları yerleştirdiğimizde (iktidar sahibi kıldığımızda) onlar namaz kılarlar, zekât verirler, marufu emrederler ve münkeri nehy ederler.”[10]

Bu ayet-i kerime de Müslümanlardan davet ve ümmet olarak marufu emretmeyi ve münkerden nehy etmeyi talep etmektedir: Yine Efendimiz (s.a.v.):

“Nefsimi elinde bulunduran (Allah)’a yemin ederim ki siz ya iyiliği emreder münkerden nehy edersiniz, ya da Allah katından hemen size bir azap gönderir sonra da siz dua edersiniz de duanız hiç kabul edilmez.”[11]

Toplumdaki özel kimseler yöneticiler, toplumu etkileyen liderlerdir. Onları takip etmeyen ve onların işleyeceği münkerlere karşı duyarsız ve tepkisiz olan insanlar onların işledikleri cürümlerden dolayı Allah (c.c.)’ın göndereceği çeşitli azaplardan kurtulamazlar. Kurtulmaları için yöneticileri ve liderleri denetleyip icraatlarını takip etmeleri ve yanlışlarına tepki göstermeleri gerekir. Bu da siyasetle iştigal değildir de nedir?

Allah Teâlâ, İslâm ümmetini ‘risalet’ ve ‘cihad’ ümmeti kılmış, insanlığa risaleti götürmek onları zulümlerden, sapıklıktan, kula kulluktan kurtarmak için çalışmakla sorumlu kılmıştır. Onun yolu olan cihadı farz kılmıştır. Şöyle ki:

“Siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Marufu emreder münkerden nehy edersiniz.”[12]

“O müşrikler hoşlanmasa da (kendi) dinini bütün dinlere hâkim kılmak için Rasulünü hidayet ve hak din ile gönderen O’dur.”[13]

“Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla (kâfirlerle) savaşın.”[14]

İslâm ümmetinin bu görevini yerine getirebilmesi için dünyada neler olup bittiğinden haberdar olması, düşmanlarına karşı uyanık olması gerekmez mi? Yani dış siyaseti, devletlerarası siyaseti bilmesi gerekmez mi? Bunlara vakıf olmayanlar düşmanlarından nasıl korunabilir? Hem de Allah’ın üzerine yüklediği fitneyi, fesadı ortadan kaldırma yükümlülüğünü nasıl yerine getirebilir?

Günümüzde yeryüzü, Müslümanların düşmanları olan kâfirlerin, Hıristiyan ve Yahudilerin devletleri tarafından istila edilip ifsat olmuştur. Bunlar devletlerinin imkânları ile sürekli Müslümanlara kin beslemekte, kötülük düşünmekte ve düşmanlık yapmaktadırlar. Müslümanların mallarını çalmak, ülkelerini sömürmek, onları İslâm’dan uzaklaştırmak ve İslâm’ı tamamen ortadan kaldırmak için hileler, tuzaklar kurmaktadırlar. Planlar ve planlarını uygulamak için çeşitli faaliyetler yapmaktalar. Bu ortamda, Müslümanlar o düşmanlara karşı nasıl gafil olur? Düşmanına karşı gafil olmayı telkin eden bir zihniyet asla İslâmî zihniyet olamaz. Şu anda yeryüzündeki devletler madem ki hep küfür devletleridir, o halde Müslümanların bu devletleri, devletlerarası siyasî durumu belirleyen büyük devletlerin vakıalarını tanımaları, onların plan ve desiselerinden haberdar olmaları onların aleyhimizde hazırladıkları tuzaklarına düşmemek için farzdır. Çünkü bir farzı yerine getirmek için gerekli şeyler de farzdır. Nitekim son dönemlerde Müslümanlar bu farzı eda etmedikleri için sürekli düşmanları olan kâfirlerin, münafıkların tuzaklarına düşmektedirler.

Yukarıda geçen ayetlerde de görüldüğü gibi Allah Teâlâ İslâm ümmetini fitne ve fesadı ortadan kaldırmak ve hak din olan İslâm’ı yeryüzünün tamamında hâkim kılmak için cihad yapmakla mükellef kılmıştır. Müslümanların bakışını yeryüzünün tamamına yöneltmiştir. Bununla yükümlü olan bir ümmet elbette ki fitne ve fesadı yapanları tanımak zorundadır. Onların güçlerini, planlarını ve faaliyetlerini tanımak zorundadır. Bu da dış siyaseti takip etmeyi ve siyasî uyanıklığa sahip olmayı gerekli kılmaktadır.

Allah Teâlâ, yukarıda da belirtildiği gibi İslâm ümmetini “İnsanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmet” “İnsanlığa şahit ümmet” kılmıştır. Bu vasıflara göre İslâm ümmetinin sorumluluğu evrenseldir. Allah (c.c.) bu ümmete bu ağır sorumluluğu yüklemekle aynı zamanda onu yeryüzünde “En seçkin, en üstün ümmet” konumuna getirmiştir. İşte bu ulvî makam ve sorumluluk gereği Müslümanlar sadece kendilerini düşünmezler ve sadece kendileri için yaşamazlar. Bundan dolayı bugün her ne kadar Müslümanlar kendileri kalkınmak zorunda olsalar da onların bakışı yine de âlemin tamamına insanlığın kurtuluşunadır.

Müslümanlar kalkınmak için uğraşacaklar fakat sadece kendilerini kurtarmak için değil tüm dünyayı fitne ve fesattan insanlığı da tağutî zulüm ve dalaletten kurtarıp İslâm’ın nuruna hidayet ve adaletine ulaştırmak için yani tüm insanlığı kalkındırmak için bunu yapacaklar. Bu bakışı bize hem yukarıda zikredilen naslar kazandırıyor, hem de Rasûlullah (s.a.v.)’in sünneti kazandırıyor.

Dünyanın bütün ülkeleri veya bölgelerinde yaşayan Müslümanların bir tek vücut gibi hareket etmeleri gere­kir. Çünkü bu birlik farzdır. Kendi bölgelerinde tek liderleri olması lazımdır, bu farzdır. İslâmî hükümleri yerine getirmek için gereken bütün hazırlıkları yapmaları icap eder, bu da farzdır. Kendilerine zararlı ve bozguncu kişileri ülkelerinden söküp atmaları gerekir, bunu yapmak da farzdır. Başka ülkeler ve yerlerdeki Müslüman kardeşlerine yardım ellerini her yönden uzatmaları gerekir, bu da farzdır. Aralarında her konuda birlik meydana getirmeleri lazımdır. Bu, farzdır. Bütün dünya Müslümanlarının Halifelerini bulup ortaya çıkarmaları, ona biat etmeleri gerekir, bu da farzdır. Tüm güçlerini cihad için seferber etmeleri gerekir, bu da farzdır. Bütün dün­yaya İslâm’ı duyurmaları ve yaymaları şarttır ve bu da farzdır.[15]

 

Her birimiz heva ve isteklerimizi öncelikle bir kenara itmeliyiz. Bu saydığı­mız farzların gerçekleşebilmesi ve sağlam bir temel atmamız için Müslüman kardeşlerimize yardım ellerimizi uzatmalıyız. Dinde pek zarurî olarak bilinen bir hususta artık aramızda tartışmayalım. Cihad üzerimize farz olmuşken, onu terk ettiğimiz için başımıza gelen zillet ve aşağılığa artık bir son vere­lim. Kim Allah (c.c.)’tan bir ecir ve zafer isterse, bundan yoksun olmamayı diler­se bunu yapsın..

 



[1]  Maide sûresi, 5/48.

[2]  Maide sûresi, 5/44.

[3]  Maide sûresi, 5/45.

[4]  Maide sûresi, 5/47.

[5]  Nisa sûresi, 4/58.

[6]  Nisa sûresi, 4/65.

[7]  Nisa sûresi, 4/60.

[8]  Maide sûresi, 5/50.

[9]  Tevbe sûresi, 9/71.

[10]  Hac sûresi, 22/41.

[11]  Tirmizi, Fiten, 9.

[12] Âl-i İmran sûresi, 3/110.

[13] Tevbe sûresi, 9/33.

[14] Enfal sûresi, 8/39.

[15]  Allah Erinin Ahlâk ve Kültürü, Said Havva.