MADDÎ KALKINMAYI GERÇEKLEŞTİRMEK

 

Müslüman siyasetçinin özelliklerinden biri de, ülkesinin ve İslâm dünyasının maddî olarak kalkındırılması, fakir ülkelerin desteklenerek ekonomik sorunlarının çözülmesi, sosyal adaletin gerçekleştirilmesi ve refahın yaygınlaştırılması için çalışmasıdır. İslâm dünyasının en önemli sorunlarından biri, Müslüman ülkelerin büyük çoğunluğunun geri kalmışlığıdır. Bunun için Müslüman siyasetçi tüm Müslüman ülkelerde;

- Yoksullukla mücadele edecek,

- Yeni yatırımlar teşvik edilerek iş imkânları oluşturulacak,

- Toplumsal düzen ve istikrar sağlanacak,

- Sosyal adalet garanti altına alınacak, ekonomik eşitsizlikler ortadan kaldırılacak,

- Uluslararası ve bölgesel ilişkiler ve iş birlikleri güçlendirmek için çalışacaktır.

 

İslâm dünyası içinde maddî farklılıklardan kaynaklanan sıkıntıların azaltılması gereklidir. Ekonomide, siyasî alanda ve hepsinden önemlisi kültürel sahada Müslüman ülkeler arasında gerçekleştirilecek bir bütünlük, geri kalmış olanların hızla ilerlemesine, gerekli imkânlara ve alt yapıya sahip olanların bunları en verimli şekilde kullanabilmelerine fırsat tanıyacaktır. Böyle bir bütünlüğün sağlayacağı faydalardan biri de ekonomide büyüme ile bilim ve teknoloji alanında yaşanacak gelişme olacaktır.

 

Ekonomik büyüme, bilim ve teknolojiye yapılacak yatırımları artıracak, teknolojinin ilerlemesi ekonominin daha da hızla büyümesini sağlayacaktır. Ekonominin gelişimi ile birlikte eğitim seviyesinde de doğal bir yükselme olacak, toplum çok yönlü gelişecektir. İslâm Birliği çatısı altında bireylerin vize ve sınır engeli olmadan rahatça hareket edebildikleri, ticaret serbestliğinin olduğu, serbest girişimciliğin desteklendiği bir sistem, İslâm dünyasının hızla kalkınmasına aracı olacaktır.

 

Bu kalkınma hareketi, doğal olarak Müslüman ülkelerin hızla modernleşmelerini ve ileri toplumlar seviyesine ulaşmalarını sağlayacaktır. Müslümanların ekonomi kültürünün Batı toplumların bir kısmına egemen olan israfçı ekonomik kültürden farklı olduğunu ve olacağını da burada hemen belirtmek gerekir. İslâm’da da Batı toplumlarında olduğu gibi serbest ekonomi geçerlidir. Özel mülkiyet hakkı vardır ve herkes dilediği gibi teşebbüste bulunabilir. Ancak, elde edilen kazancın değerlendirilmesi konusunda, İslâm fıkhı ve ahlâkı, bireylere hukukî ve ahlâkî sorumluluklar getirerek, toplumda sosyal adalet kurulmasını sağlar. Zenginlerin kazancında fakirler için de bir pay vardır ve en önemlisi, bu zenginlerden zorla toplanan bir vergi değil, onların inançları nedeniyle gönül rızasıyla verdikleri bir bağıştır. İslâm’da sosyal adalet, sosyalist sistemlerin deneyip de başaramadığı gibi merkezi planlamayla ve yönetimlerin baskısıyla değil, topluma egemen olan ahlâki değerlerle sağlanır. Öte yandan İslâm ahlâkı, zenginleri ve herkesi aşırı tüketimden ve israftan da sakındırır.

 

Bu, kuşkusuz, tek amacı daha çok tüketmek olan, olabildiğince bencil, daha çok elde edebilmek için diğerlerini ezmekten sakınmayan, insanlara saygısını ve sevgisini kaybetmiş bireylerden oluşan materyalist toplum modelinden çok farklıdır. Bu toplum modeli, son iki yüzyıldır Batı dünyasının bir kısmında giderek egemen hale gelmekte, ahlâkî değerleri dejenere ederek insanları yozlaştırmaktadır. Ve bugün pek çok Batı ülkesi bu çürümenin neticesi olan uyuşturucu, fuhuş, rüşvet, kumar, alkol, organize suçlar gibi sorunlarla mücadele edebilmek için çaba harcamaktadır. Bunun da ötesinde, Batı toplumlarında dini inançların zayıflaması sonucunda bir ‘anlam krizi’ doğmuştur: Hayatı sadece birtakım maddi zevk ve menfaatleri kazanmaya odaklayan materyalist felsefe, insanların ruhunu tatmin etmemekte, onları boşluğa ve amaçsızlığa sürüklemektedir. Özgürlük adı altında, insanı kendi tutkularının esiri haline getirmektedir.

 

      MANEVÎ KALKINMAYI GERÇEKLEŞTİRMEK

 

İslâm ahlâkı, insanları, zihinleri üzerinde baskı oluşturan her türlü endişeden ve korkudan kurtarır. İman edenler, yalnızca Allah Teâlâ’dan korkar ve yalnızca O’nun rızasını kazanmak için gayret ederler. Rabbimiz’e karşı sorumluluklarının farkındadırlar, her zaman vicdanlarının emrettiği gibi yaşarlar ve bu vicdanî rahatlık sayesinde huzurlu ve dengelidirler. Çevrelerine sürekli hayır ve güzellik sunarlar. İslâm ahlâkı, insanları, onları manevî baskı altına alan kıskançlık, hırs, gelecek korkusu, ölüm korkusu gibi din ahlâkına uygun olmayan anlayış ve korkulardan kurtarır, onlara Allah’a teslimiyetin özgürlüğünü ve rahatlığını yaşatır.

 

Dolayısıyla Müslüman siyasetçinin teşvik edeceği, başlatacağı ve sürdüreceği kalkınma ve gelişme de, Batı toplumlarındaki kalkınmanın birebir aynısı olmayacaktır. Batı’nın kalkınması sırasında, çok büyük toplumsal adaletsizlikler yaşanmıştır. Örneğin Batı’nın gelişiminin öncüsüolan İngiltere’de, 18. ve 19. yüzyıllar boyunca, korkunç bir sömürü hâkim olmuştur. Çalışan sınıfa çok kötü şartlarda iş ve yaşam imkânı sunulmuş, 7-8 yaşındaki küçük çocuklar bile pis kömür ocaklarında günde 16 saat çalıştırılmış, bunların çoğu 20 yaşına varamadan ölmüştür. 1840’lı yıllarda Manchester’da bir maden işçisinin ortalama ömrünün 17 yıla kadar düştüğü bilinmektedir. Öte yandan zenginler ise abartılı bir lüks ve israf içinde yaşamışlardır. Tüm sanayileşen Batı ülkelerinin bu acı deneyimleri yaşadığı, Batı’nın yükselişinin milyonlarca fakir insanın ezilmesiyle sağlandığı, tarihin bilinen bir gerçeğidir.

 

İslâm ahlâkının egemen olacağı bir toplumun kalkınma modeli ise, sosyal adaleti de içinde barındıracaktır. Batı’daki adaletsizlikler, o dönemde Batı’ya egemen olan materyalist felsefelerin ‘insan doğası’ hakkındaki yanlış tanımından doğmuştur. İslâm ahlâkı ise insanların, hem atak ve girişken, hem de merhametli, özverili ve adaletli olmalarını sağlar. Nitekim tarihte de böyle olmuştur. İslâm medeniyetinin büyük yükselişi boyunca, Müslümanlar aynı zamanda ekonomide de dünya lideri olmuş, özellikle ticarette büyük başarılar kazanmışlardır. Ancak bu zenginleşme, bir grup zenginin elinde kalmamış, İslâm ahlâkı gereğince tüm topluma yayılmıştır. İslâm medeniyetinin sosyal yardımlaşma kurumları olan vakıflar, külliyeler, aş evleri, kervansaraylar, halka açık hamamlar, kütüphaneler; İslâm’da refahın ve kültürün sadece bir zümrenin elinde kalmadığını, tüm topluma yayıldığını göstermektedir. Çağımızda da İslâm Birliği’nin ortaya koyacağı kalkınma modeli bu olmalıdır.

 

Müslüman siyasetçinin kalkınma modeli hakkında belirtilmesi gereken bir diğer husus ise, açık görüşlülüktür. İslâm ahlâkı, Müslümanların açık görüşlü olmalarını, yani diğer kültürlerle ilişki içinde bulunmalarını ve onların tüm kazanımlarından yararlanmalarını öngörür. Nitekim bu nedenle İslâm’ın ilk yüzyıllarında Müslüman düşünürler ve bilim adamları, Eski Yunan, Çin, Hint gibi eski medeniyetlerin eserlerini incelemiş, buradan pek çok bilgi edinmiş ve sonra da bu bilgileri İslâmi bir bilinçle geliştirip zenginleştirmişlerdir. Bugün de İslâm dünyası, başta Batı olmak üzere, dünyanın diğer medeniyetlerinin kültürlerini yakından incelemek, birikimlerinden yararlanmak, bunları kullanarak ve özümseyerek daha ileri götürmek durumundadır. 

 

İslâm dünyasını diğer kültürlerden izole etmek, içine kapalı hale getirmeye çalışmak ise kuşkusuz, Müslümanlara fayda getirmeyecek bir yöntemdir. Yapılması gereken, Müslümanların teknolojinin tüm imkânlarını İslâm ahlâkına en uygun olacak şekilde kullanmalarıdır. Örneğin İslâm ahlâkına karşı materyalist bir ahlâkı empoze eden bazı filmlere karşı yapılması gereken, Müslümanların kendi sinema endüstrilerini kurmaları, insanlara doğruyu ve güzeli öğretecek filmler yapmalarıdır. Eğer bazı sanat anlayışları birtakım olumsuz unsurlar içeriyorsa, bunun çözümü, o sanattan daha güzelini ve görkemlisini İslâmi bir içerikle üretmektir. Eğer insanlar kentlerin görkemine, temizliğine, konforuna, canlılığına hayranlık duyuyorlarsa, Müslümanlar daha güzel kentler kurmalı, dünyayı daha çok güzelleştirmelidirler.

 

Müslümanların, geçmişte inşa ettikleri büyük medeniyetin bir benzerini bugün de inşa etmeleri elbette mümkündür. Bunun için Kur’an ahlâkının getirdiği estetik ve sanat anlayışının, açık görüşlülüğün, adaletin ve itidalin yaşanması gereklidir. İslâm’ın sanatı, kültürü, medeniyeti yalnız Müslümanlara değil tüm insanlığa refah getirecektir. Dünyanın en büyük kütüphaneleri, en görkemli binaları, en temiz sokakları, en aydınlık caddeleri, en iyi okul, hastane ve üniversiteleri kurulacak, tüm insanlar bu imkanlardan ve güzelliklerden eşit olarak faydalanacaklardır.

 

Küreselleşmenin gün geçtikçe hız kazandığı bu dönemde, Müslüman ülkeler de aralarındaki her türlü engeli kaldırıp, bilimde, teknolojide, ticarette ortak girişimlerde bulunmalı, İslâm dünyasının menfaati için birlik halinde hareket etmelidirler.

 

“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun...”[1] Ayetiyle, Allah (c.c.)’ın Kur’an’da iman edenlere bildirdiği önemli sorumluluklardan biri de, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak ve insanları İslâm ahlâkına davet etmektir. Ne var ki, günümüzde İslâm dünyasının içinde bulunduğu dağınıklık, Müslümanların bu önemli görevlerini gereği gibi yerine getirmelerine engel olabilmektedir. Oysa özellikle son dönemde diğer medeniyetlerde İslâm’a yöneliş artmış ve insanlara gerçek Kur’an ahlâkını anlatmanın önemi daha belirginleşmiştir. Allah’ın varlığı, birliği, İslâm ahlâkının gerekleri; Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hayatı; Kur’an’da bildirilen hükümler; İslâm toplumunun nasıl olması gerektiği gibi konular son dönemlerde Batı dünyası içinde en çok tartışılan konular arasında yer almaktadır. İslâmiyet’e ilgi duyan insanlar kuşkusuz ki en doğru bilgiyi Müslümanlardan alabilirler. Bu nedenle Müslümanların İslâm’ı en iyi şekilde temsil etmeleri gerekmektedir. Müslümanlar tarafından insanlara İslâm’ı en güzel şekilde tanıtacak eserlerin hazırlanması, bu yönde gerekli görsel malzemenin temin edilmesi, toplantı ve konferanslar düzenlenerek mümkün olduğunca çok sayıda insana ulaşılmaya çalışılması, her Müslüman’ın çevresindeki insanlara bu yönde örnek olması büyük önem taşımaktadır.

 

Bununla birlikte, insanların din ahlâkından yüz çevirmelerinden kaynaklanan pek çok sorunun ortadan kaldırılmasında da Müslümanların ittifakı önemlidir. Din ahlâkına karşı olan ve yeryüzünde dinsizliğin egemen olması için mücadele veren çevreler, çoğu zaman birlik içinde hareket etmektedirler. Her ne kadar onların iş birliği bir tür menfaat birlikteliği de olsa, toplu hareket ediyor olmaları hedeflerine daha kolay ulaşmalarını sağlamaktadır. Elbette, din ahlâkına karşı olan her fikir sistemi -Rabbimiz’in bir kanunu olarak- yenilmeye mahkûmdur. Ancak bu fikir sistemleri, Müslümanlara da büyük bir fikri mücadele görevi yüklemektedir. Bu nedenledir ki, dünya Müslümanlarının en acil sorumluluklarından biri, kendi iç anlaşmazlıklarını bir kenara bırakarak, Kur’an ahlâkını yaymak ve insanları Allah’ın yoluna davet etmektir. Rabbimiz (c.c.), iman edenlere bu önemli görevi, bir ayette şu şekilde bildirmiştir:

 

“İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.”[2]

 

Müslüman siyasetçi, Kur’an ahlâkını yaymak için yapılacak bütün çalışmalara hız kazandıracaktır. Müslümanların birlik içinde hareket ediyor olmaları, pek çok konuda olduğu gibi, bu konuda da yapılan işleri bereketlendirecektir. Doğru bilgi en hızlı ve en güzel şekilde tüm insanlara ulaşacaktır. Şu anda da bireysel ve toplu olarak dünyanın farklı bölgelerinde, Müslümanlar tarafından İslâm’ı yaymak ve tanıtmak için çeşitli faaliyetler yapılmaktadır. Ancak İslâm Birliği’nin kurulması, bu faaliyetleri daha programlı bir hale getirecek, Kur’an ahlâkını yaymak için sistemli bir çalışma yürütülmesi sağlanacaktır. Ayrıca sözde İslâm adına ortaya çıkan, ama gerçekte İslâm dışı bir saldırganlık ve kabalık sergileyen birtakım kimselerin de önüne geçilecek, gerçek İslâm ahlâkının ne olduğu tanımlanarak birtakım kimselerin çizdiği yanlış imajlar ortadan kaldırılacaktır.

 

 



[1] Âl-i İmran sûresi, 3/104.

[2] Enfal sûresi, 8/73.