ALLAH ve RASÛLÜNE TAM İTAAT

 

Müslüman siyasetçi, her şeyden önce kendisinin de Allah (c.c.)’ın bir kulu olduğunu, O’na karşı kulluk görevlerini noksansız olarak yerine getirmesi gerektiğini bilir, O’ndan korkmayı, O’nun kitabında emrettiği farzlarına, yasaklarına ve Rasûlünün sünnetlerine uymayı en önemli görev kabul eder. Bunun için zamanın ve mekânın değişmesi kulluğun ve itaatin esasını etkilemez.

 

O farzlar ve sünnetler ki, hiç kimse onlara uymadıkça saadet yüzü görmez ve onları tanıdıkça da hüsrana uğramaz. Bunun yanında eliyle, kalbiyle, diliyle yönettiği topluma Cenâb-ı Hakk’ın yolunda bulunmayı emreder.

 

Çünkü yüce Allah (c.c.), kendi yolunda bulunana yardım, kendisine saygı duyanı şereflendirmeyi garanti ediyor. Sonra ona şehvete maruz kaldıkça nefsini kırmasını, serkeşlik ettikçe kendisini frenlemesini emreder. Zira nefis, alabildiğine fenalığa teşvik edicidir. Meğerki Cenâb-ı Hak merhametiyle insanı korumuş olsun!

 

Müslüman siyasetçi bilir ki, birçok devlet ve hükümet idarecileri kendisinden evvel bu makamlarda kaldı ve oralarda ya adalet veya zulüm ile hükmetti. Vaktiyle evvelki siyasetçilerin ve idarecilerin yaptıkları icraatları nasıl gözden geçiriyorsa, halkın da şimdi öylece kendisinin icraatını gözeteceğini aklından çıkarmaz. O zaman, kendisinin onlar hakkında söylediklerini, halk da şimdi onun hakkında aynen söyleyeceğini bilir. Kimlerin iyi olduğu, Allah (c.c.)’ın kendi kullarına söylettiği dilinden anlaşılır.

 

Müslüman siyasetçinin biriktireceği en sevimli azık, güzel işler, iyi amellerdir.

 

Müslüman siyasetçi, nefsinin arzularına, heveslerine hâkim olur. Kendisine helâl olmayan şeylerden nefsine karşı cimri olur. Zira gerek hoşlandığı, gerek hoşlanmadığı şeylerde nefse karşı cimrilik onun hakkında adaletin tâ kendisidir.

 

Müslüman siyasetçinin mesleğinde ve yaşantısında örnek alacağı tek önder bütün peygamberlerin sonuncusu ve en güzel ahlâk üzere gönderilen Hz Muhammed (s.a.v.)’dir. Ne batı medeniyetinden ve ne de diğer medeniyetlerden alınacak örnek yoktur. Çünkü bu medeniyetler hep hakkı sahibine değil de güçlüye verme esası üzerine kurulmuştur.

 

Müslüman siyasetçi bulunduğu makamın da dünya hayatının da geçici olduğunu, kendisinden önce nice kralların, padişahların, siyasetçilerin gelip geçtiğini, kendisinin ve sonrakilerin gelip geçeceklerini ve yaptıklarının teker teker hesabını vereceklerini asla unutmaz.