ADALETİ TAM TATBİK ETMEK
Müslüman siyasetçiye göre gerçek adaletin ölçüsü hakka
uymaktır. Hak neyi gerektiriyorsa onu yapmak, hak kime ait ise onu sahibine
vermek, hak kimden alınması gerekiyorsa ondan almak, hak ile hükmetmekten
ayrılmamak, her konuda hakkı ölçü almak, herkesin ve her şeyin hakkını
korumakla adalet yerine getirilir.
Müslüman siyasetçiye göre adalet, başkalarının gelişi-güzel istek ve
yönlendirmelerinden etkilenmeyen, istikrarlı bir doğruluk ve ahlâk kurallarına
uymakla gerçekleşen ruhsal denge ve ahlâkî olgunluktur. İtidal ve adalet
kavramlarıyla ifade edilen bu denge ve olgunluğun oluşması sonucu, insanın
davranışları da tüm aşırılıklardan uzak olacaktır.
Müslüman siyasetçi, işlerin içinden öylesini seçer ki ‘hak’ hususunda en
ortası yolu, adalet bakımından en yaygını olur; halkın rızasını en çok çeker.
Zira kamuoyunun hoşnutsuzluğu, kişilerin razı olmasını hükümsüz bırakır;
kişilerin kızgınlığı ise halkın nazarında kaynar gider.
Müslüman siyasetçi, adalet ahlâkını, dinî bir emir ve toplumsal düzenin
temeli olarak görür, adaletle davranan ‘adil’ kimseleri takdir eder, adaletten
ayrılarak haksızlık yapan ve zulme sapmış olan zalimleri de hem kötüler ve hem
de onların karşısında durur, zulmü yok etmek için çalışır.
İslâm toplumunun düzeninde ‘Kitap’ ve ‘Mizan’ vardır. Müslümanlar kitaba
uyarak mizanı yerine getirirlerse, yani ölçülü davranıp aşırılığa, yanlış
yollara sapmazlarsa, adaleti sağlarlar. Mizanın dengesi bozulduğu zaman, adalet
kaybolur gider. İnsanlar en doğal haklarını bile alamazlar. Toplumdaki zalimler
gücü ellerine geçirdikleri zaman da zulümler artar. Güç ve iktidar, adaletin
emrinde olmalıdır. O zaman hukukun üstünlüğü sağlanır ve insanlar haklarına
kolaylıkla ulaşırlar. Kendini hukukun üstünde gören güçler, adalet anlayışını
çiğner geçerler.
Müslüman siyasetçi, adaletin mülkün temeli olduğunu aklından asla çıkarmaz
ve bütün faaliyetini buna göre gerçekleştirir.
Müslüman siyasetçi, kendi nefsi ve yakınları hakkında, tebaası arasında ve
kendilerine meyil beslediği insanlar hakkında, Allah (c.c.)’a ve Allah
(c.c.)’ın kullarına karşı adaletten asla ayrılmaz. Şayet böyle yapamazsa
zulmetmiş olduğunu bilir. Çünkü Allah (c.c.)’ın kullarına zulmedenin, Allah
(c.c.)’ın kulları adına davacısı Allah’tır. Allah (c.c.) da birinin hasmı oldu
mu, o kimsenin tutunabileceği bütün deliller batıldır. Ölünceye yahut tevbe
edinceye kadar kendisiyle harp içinde bulunur. Dünyada zulüm kadar Allah
(c.c.)’ın lütfunu tebdil eden (değiştiren), kahrını çabuklaştıracak bir şey
olamaz. Zira Cenâb-ı Hak zulüm altında inleyenlerin inkisarını (bedduasını)
işitiyor, zalimleri ise gözetleyip duruyor.