RİYA
‘Riya’, kişinin ‘başkaları görsünler’ diye iyi ve güzel bir davranış içine girmesi, bir (nafile) ibadeti gösteriş için yapmasıdır.
İnsandaki bu niyet, yapılan işte, davranışta ve ibadette gösteriştir yani riya’dır. Salih bir ameli Allah (c.c.) rızasını kazanmak için değil, insanların beğenisini, onların hoşnutluğunu kazanmak için yapmaktır. [1]
Bu şekilde gösteriş için davranışlar yapanlara ‘riyakâr’ veya ‘mürai’ denir.
Riya, samimiyetsizliğin, ikiyüzlülüğün, kişiliksizliğin bir sonucudur. Bazı zayıf karakterli insanlar, ya bir dünyalık elde etmek, ya bir makama çıkmak, ya da şöhrete ulaşmak için başkalarına ve özellikle amacına ulaşmada ilgili kimselere şirin görünmeye çalışırlar. Onların hoşuna gidecek davranışlarda bulunurlar. Oldukları gibi değil de yaranmaya çalıştıkları kişilere göre görünürler, ortama göre hareket ederler.
Riyakâr insan, Allah (c.c.) rızası için yapması gereken ibadeti, kulları görsün diye sergilediğinden dolayı bu davranışında iki yalan ve yanlış vardır:
1. Allah (c.c.) için yapması gereken davranışı kullar için yaptığından dolayı,
2. Allah (c.c.)’ın vermesini beklediği bir karşılığı kullardan beklemesinden dolayı.
Kur’an-ı Kerim, riyayı münafıkların önemli bir özelliği olarak saymaktadır:
“Gerçek şu ki, münafıklar (sözde) Allah’ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldat (malarıyla başbaşa koy)andır. Namaza kalktıkları zaman isteksizce kalkarlar. İnsanlara karşı riya (gösteriş) yaparlar ve Allah’ı çok az anarlar.” [2]
“Şu namaz kılanların vay haline ki onlar, namazlarından gaflet ederler (kıldıkları namazın değerini bilmez, ona önem vermezler). Onlar gösteriş (için ibadet) yaparlar.” [3]
Samimi müminler ise: “Sevdikleri yemekten yoksula, yetime v e tutsağa hiçbir karşılık, hatta teşekkür dahi beklemeden sırf Allah rızası için yedirirler:”
Riya’nın zıddı ihlâs’tır. İhlâs, dünya menfaatlerini düşünmeyip her şeyi yalnızca Allah rızası için yapmak demektir ki, ihlâs ile yapılmayan hiçbir ibadet, Allah (c.c.) katında makbul değildir. Dinin ruhu ihlâstır, yani ibadetin yalnız Allah (c.c.)’a yapılmasıdır. Başka bir gaye ile yapılan ibâdette ihlâs yoktur. İhlâs bulunmayan her ibadet de kabul edilmez. İhlâs’ın karşıtı olan Riyâ, haramdır, gizli şirk sayılır.
Kehf Sûresinin 110’uncu âyetinde:
“Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa, iyi amel yapsın ve Rabbine (yaptığı) ibadette hiç kimseyi ortak etmesin.”buyurulmuştur.
Peygamber (s.a.v.) de “Kulun, halkın beğenisi için değil, yalnız Allah rızası için yaptığı ibadette kurtuluş bulunduğunu” vurgulamıştır. Bir hadislerinde de: “Allah buyurur ki: Kim benim için yaptığı bir işe benden başkasını ortak ederse onun şirkiyle baş başa bırakırım. Ben ortaklıktan uzağım, zenginlerin zenginiyim.” [4] buyurmuştur.
Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki: “Allah’ın gölgesinden başka bir gölgenin olmadığı Kıyâmet gününde, Allah’n arşının gölgesinde bulunacak olan yedi kişiden biri de sağ eliyle verdiği sadakayı sol elinden gizleyen insandır.” [5]
Hz Ali (r.a.) demiştir ki: ‘Riyâkâr kişinin üç özelliği vardır: Yalnız kaldığı zaman tembelleşir, halk arasında dinçleşir. Övülürse amelini artırır, yerilirse azaltır.’
Riyanın Dereceleri
İmam Gazâli, riyanın dört derecesini saymaktadır:
1. En ağır riya çeşidi; hiçbir sevap beklentisi olmadan gösteriş için ibadet etmek. İnsanların yanında abdestsiz namaz kılmak gibi.
2. Biraz Allah rızası olsa da ibadeti gösteriş için yapmak. Tek başına olsa o ibadeti yapmaz.
3. Gösteriş ve sevap niyeti eşit olan davranışta bulunmak. Bu şekilde amel işleyenin ameli boşa gider.
4. İbadetini insanların duymasından sonra daha da artırmaktır. Böyle birisi, bu insanlar duymasa da ibadetini yapar. Ancak riya kokusu olduğu şekilde yapmak hatadır.
Riyâ’nın açık ve kapalı olanı vardır. Kişiyi ibadete sevk eden riyâ, açık riyâ’dır. Özellikle bir karşılık bulmak için yapılan ibadetler, daha da açık riyâ’dır. Kapalı riyâ kişiyi ibadet ve amele sevk etmese de ameli kolaylaştırır. Örneğin her gece güçlükle gece namazına kalkan kimsenin, misafirin yanında daha çabuk ve kolaylıkla namaza kalkması, kapalı riyâ’dır. Bu kimse yalnız misafirin görmesi için namaza kalkmıyor ama, misafirin görmesi, namaza kalkışını kolaylaştırıyor. Bel ki o yüzden biraz erken kalkıyor.
Bundan da kapalısı, amelde hiç rolü olmayan, kalpte gizlenen riyâ’dır. Her zaman yaptığı ibadeti halkın görmesini istemesi, kapalı bir riyâ’dır. Çoğu kul vardır ki ihlâslıdır, riyâ’dan hoşlanmaz, çok ibadet eder ama insanlar onun ibadet ettiğini öğrenince buna sevinir, içi rahat eder. İşte insanlar ibadet ettiğini gördüğü zaman duyduğu bu sevinç kalpteki bu gizli riyâ’dan kaynaklanmaktadır. Çünkü insanların görmesiyle hiç ilgilenmeseydi, onların görmesinden sevinç duymazdı.
Riyâ, kalpte, ateşin çakmak taşında gizlenmesi gibi gizlidir. Bu gizli riyâ, insanlar ibadetini gördüğü zaman kişiye ferahlık verir. O kişi bu durumda içinde uyanan sevinci reddetmelidir. Eğer reddetmezse bu hal, gizli riyâ damarını besler, kuvvetlendirir, harekete geçirir, kişiyi daha açık riyâya, amelini açıkça söylemese de üstü kapalı anlatmaya sevk eder. Belki sözle bir şey söylemez ama ibadetini gösterecek davranışlar yapar: Boynu bükme, sesi kısma, ağlama vs. gibi.
Kul, ihlâs ile bir ameli (ibadet ve eylem) yapmaya niyet eder, sonra içine riyâ gelirse bu duygu ya işi yapmazdan önce veya yaptıktan sonra gelebilir. Eğer işi yaptıktan sonra içine gösterme arzusu gelir, fakat göstermezse bu duygu ameli bozmaz. Çünkü amel, riyâdan uzak olarak ihlâs ile tamamlanmıştır. O gelen düşüncenin bir etkisinin olmayacağı umulur. Özellikle kişi amelini sözle veya fiilen göstermeye yeltenmemiş, yalnız yaptığı iş, Allah (c.c.)’ın iradesi uyarınca tesadüfen görünmüş ise kalbine gelen sevincin ona bir zararı yoktur. Ama işi ihlâs ile yaptıktan sonra kendi isteği ile göstermiş, yahut sözle anlatmış ise bunun sonucundan korkulur.[6]
Gösteriş için Kur’an okuyanlar, geçinmek ve insanlar kendisine Alim desinler diye ilim öğrenenler, dinini alet ederek dünya çıkarı sağlamaya çalışan istismarcılar, insanlara ‘ma’rufu’ (iyiliği) emredip kendileri yapmayanlar ve benzerleri şiddetle eleştirilmektedir.
Riya Hastalığından Kurtuluş Yolu
Riyâ, müslümanın işlediği güzel amelleri yok eden ve Cenab-ı Hakk’ın gazabına neden olan gizli bir hastalıktır. İnsanların hemen çoğunda çeşitli şekil ve derecelerde bulunan bu hastalığı kalpten söküp atmak ise oldukça zordur. Kendisinde riya hastalığı olan kimseler, bunun nedenlerini tam olarak teşhis ettikten sonra kendi nefisleriyle mücadeleye girmeli ve kendi üzerlerinde şu alıştırmaları yapmalıdır:
- Övüldüğü zaman sevinmemeli, bunun aksine üzülmelidir.
- İnsanların kendisini yermesinden korkmamalı ve buna kızmamalıdır.
- Dünya nimetlerine doymazlığı terk etmeli kanaatkâr olmalıdır.
- Zenginler ve mevki sahipleri yerine yoksullarla beraber olmalıdır.
Bu hastalık kendisinde bulunan Müslüman, riya nedeniyle dünyada kazanacağı geçici menfaatler karşısında Cenab-ı Hakk’ın rızasını kaybedeceğini ve ahirette ceza ile karşılaşacağını, bütün insanların ve canlıların rızkını yalnızca Allah (c.c.)’ın verdiğini düşünmelidir.
Riyanın tedavisinde en etkili reçete nafile ibadetlerin gizli ve halka duyurulmadan yapılmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de buyurulur: “Eğer sadakaları aşikar verirseniz o ne güzel. Eğer onları gizler, fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” [7]
Ancak farz ve vacip ibadetlerin yapılması ile haram ve mekruhların terk edilmesi riya değildir. Örneğin, yer ve zaman ne olursa olsun Müslüman bir kimsenin namazını kılması, orucunu tutması, hacca gitmesi, zekatını vermesi, kurban kesmesi vs. ibadetleri açıkça yerine getirmesi riya olarak düşünülemez. Çünkü bu ibadetler, bir Müslümanın her yerde ve zamanda zaten yapmak zorunda olduğu mükellefiyetlerdir. Aynı şekilde içki içmek, kumar oynamak, zina yapmak, faiz yemek gibi haram, mekruh ve şüpheli şeylerden kaçınması da Riya olarak değerlendirilemez.
[1] Ahlâk Lügatçesi, Ö. N. Bilmen
[3] Maun sûresi, 107/1-7.
[4] Müslim, İbn Mâce, Müsned.
[5] Buhâri, Müslim, Tirmizi, Nesâi, Müsned.
[7] Bakara sûresi, 2/271.