TEMBELLİK
‘Tembellik’, çalışmamak, iş görmemek, çaba göstermemek, sıkıntıya katlanmaktan kaçınmak gibi anlamlara gelmek üzere kullanılan bir terimdir.
Tembellik kelimesinin zıddı olarak çalışkanlık, gayret, cehd, sa’y ve kazanma kelimeleriyle karşılaşılmaktadır. Tembellik kelimesi Arapça önemli kabul edilen konularda ilgisiz kalmak, aldırmaz bir tutum içerisinde olmak gibi anlamlara gelen ‘kesel’ kelimesiyle karşılanır. Çoğul biçimi olan ‘küsâlâ’ Kur’an’da iki defa geçmektedir.
Tembellik özü itibariyle kişiler veya toplumların gereken tepkiyi zamanında vermemeleri, geciktirmeleri veya tepkisiz kalmaları biçiminde ortaya çıkar. Halbuki inanan insanın düşüncesinin merkezinde adaletin mümkün olan en kısa zamanda yerine getirilmesi fikri vardır. Bu bakımdan müslümanın hayatında tembelliğe, bunun farklı biçimde ifadesi olan ilgisiz kalma veya aldırmazlığa kesinlikle yer yoktur. Çünkü ayette, “Bir işi bitirdiğinde hemen diğerine başla” emri verilmek sûretiyle mümin muhtemel tembellik tehlikesine karşı uyarılmıştır. Diğer taraftan, yüce rabbimiz “O, hanginizin daha iyi iş yapacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.” şeklindeki ayette bizlere hayatın imtihan olduğunu bildirmektedir. Hiçbir akıl, imtihanların ancak tembellikten uzaklaşmak ve mümkün olanın en iyisiyle çalışmakla başarılacağını inkar etmemelidir. Görülüyor ki; imtihanı başarmanın, hayat sınavından yüz akıyla çıkabilmenin özünde tembellikten kaçınmak vardır. Bu hakikati en iyi biçimde bilen peygamberler (a.s.), bütün güçleriyle insanları tembelliğe karşı uyarmış, çalışmaya teşvik etmişler ve tembelliğin bütün çeşitlerini yasaklamışlardır. Üsten bir bakışla söylenebilir ki; peygamberler, inanç alanında yaratıcılarını bulmada, uygulama alanında adalete uygun hareket etmede, tembel davrananları uyarmanın mücadelesini vermişlerdir. Tembellik aldırmazlık ve ilgisiz kalmak olduğuna göre, Yüce Allah (c.c.)’a ulaşamayan akıllar aldırmazlık ve ilgisizlikle tembellik yapmış olmaktadırlar ki; biz buna îtikâdî tembellik diyebiliriz. Adaletin gerçekleşmesi, hak sahibine hakkının verilmesi konusunda aldırmaz ve ilgisiz bir tavır içerisinde olan insanlar da bir yönüyle tembellik yapmış olmaktadırlar ki; buna da amelî tembellik mümkündür. Dolayısıyla peygamberlerin mücadelelerinin temelinde itikadi ve ameli tembelliğin giderilmesi fikrinin bulunduğunu söylemek gerekmektedir. “Kuşkusuz münafıklar, Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar. Halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman, üşenerek (tembelce) kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı da pek az hatıra getirirler.” Hz Peygamber (s.a.v.)’in zararlarına karşı dikkatli olunmak yönüyle ilk sırada zikrettiği münafıkların özelliklerinden birisi de ibadetlerde tembellik göstermeleridir. Yaratıcının huzuruna koşmada tembellik gösterenin, ibadet alanında böyle tavır takınan insanın amelî alanda da bundan farklı olmayacağı açıktır. Kişinin kendisini bu tehlikeli gruptan ayırmasının yolu tembellikten yüz çevirmektir. Tembellik, olayların sonucunu düşünen, fazilet arayan akıl sahibi kişilere göre en ağır zehirden daha ağırdır. Zira tembellik insanı ebedi saadetten mahrum bırakır, hem dünyayı hem de ahireti karartır. Hayatı kazanmak için yapılması gereken dünyevi işlerde tembellik ve ihmalkârlık, başarıya götüren sebeplerden uzaklaşıp gafil davranmak, yaşamada güven ve emelleri yıkmanın yanında, insanın helâkine ve neslin kesilmesine sebep olur. Burada ifadesini bulan insanın helâkinin sebebi de nesillerin kesilmesidir. Ancak tembelliğin nesli kesintiye uğratması biyolojik bir kesintinin ötesindedir. İnsanların tembellik girdabına kapılmaları, geleceklerinin teminatı olan yavrularının, çocuklarının eğitimleri, gerektiği yetiştirilmeleri konusunda ihmalkâr davranmaları sonucunu getirecektir. Eğitimden, ahlâktan, bilgiden yoksun bir neslin de anlamı olmayacağı için; tembellik netice itibariyle nesillerin kesilme sebebi olacaktır.
Sonuçları bakımından ibadetlerde de durum bundan farklı değildir. Bu alanda tembellik, çalışmayı ve ameli terk etme, Hakk’a yakınlaşma saadetinden mahrumiyeti doğurur. Bu durumda olan şahıs, ebedi mutluluğu içinde barındıran Cennet’i kaçırdığı gibi; kendisini acıklı azap yeri olan Cehennem’e yaklaştırmaktadır. Yüce Kitabımız, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadisleri ve onun değerli sahabilerinden bize ulaşan bilgiler arasında buna işaret eden sayısız delil bulunmaktadır. Konunun aydınlığa kavuşturulması bakımından şu ayetler zikredilebilir: “Hakikaten insan için kendi çalıştığından başkası yoktur.”
“Artık irtikab etmek de oldukları (günahın) cezası olmak üzere.”
“Artık onlar için, yapmakta olduklarına bir mükafat olarak.”
“Herkesin kazandığı (hayır) kendi yararına ve yaptığı (şer) kendi zararınadır.”
“Bizim uğrumuzda mücahede edenler(e gelince) Biz onlara elbette yollarımızı gösteririz.”
Çalışmaksızın başarının olmayacağı gerçeği, harici delil aramaya gerek olmaksızın, akıl sahibi her insanın kabul edeceği bir hakikattir. Gayret göstermeksizin Cennete, o uçsuz bucaksız rahmet deryasına girmenin de mümkün olmayacağı ortadadır. Müslüman işlerini tevekkül anlayışı çerçevesinde, tembellik yapmaksızın elinden gelen bütün çabayı gösterdikten sonra sonucu Allah (s.a.v.)’a havale etmek biçiminde şekillendirir. Fakat kimi çevrelerde bu anlayış biçiminin tam olarak kavranamamış olmasından kaynaklanan bir kısım problemler ortaya çıkabilmektedir. Tembellik, ilgisizlik ve aldırmazlık tevekkül kılıfına büründürülmek istenmekte, insanlar yaratıcımızın kulları için koymuş olduğu kuralları tembellikleri sebebiyle ihlal etmekte, ibadetlerini yerine getirmemekte ve sonra da tevekkülden bahsederek ‘Allah günahları affedici, keremi bol, ayıpları örten ve merhamet edicidir’ diyebilmektedirler. Halbuki yukarıda geçen ayetler, insanlara ancak çalıştıklarının karşılığının olduğunu, Allah (c.c.)’ın rahmetinin ancak ellinden gelen bütün gayreti sarf edenlerin üzerine olacağını açıkça ortaya koymaktadır. Basiret gözleri açık kimseler katında bu tür tevekkül kabul edilebilir bir tutum değildir. İmanın hakikatine ulaşmışlar katında uhrevi işlerde tembelliği tercih etmek ve bunu bazı delillere bağlamak büyük bir gaflettir. Kur’an-ı Hakim’de: “Çok aldatıcı (şeytan) da sakın sizi Allah’ın (hilmi ve imhali) ile aldatmasın.” ayeti bunu açıklamaktadır. Uhrevi işlerde ihmalkâr davranıp tembel hareket edenler, dünyevi işlerde zenginlik ve yüksek mevkilere ulaşma çabaları, yükselmek ve dünyada seçkinlerin arasına girme gibi hususlarda ise Hakk’ın keremine güvenmez ve tevekkül etmezler. Halbuki bu çalışmanın yarısını âhiret işleri ve Hakk’a yaklaşmak için yapsalardı, Allah (c.c.)’ın dost kullarından olurlardı. Ticaretle meşgul olanlar, mal toplamak, ticaret yapmak için çeşitli vasıtalarla binlerce kilometre yol gider, çeşitli tehlikeleri göze alırlar.
Sanayici ve sanatkarlar üretim için bir saatlerini bile boşa harcamazlar. Bu derece hırsla dünyaya dalmak, nefsin isteklerine ve hileci şeytanın yoluna uygunluk taşımaktadır. Akıllı kişi, büyük bir hırsla kazandığı bütün bu mallardan bir gün ayrılacağının kesin olarak farkında olandır. Dünya malının peşine düşmüş olan ise derin bir uyku, büyük bir gaflet içerisindedir. O halde dünyaya dalan kişi uyanıp gafletten dönmeli, âhiret yolculuğuna kendini hazırlamalı ve bilmelidir ki, hiçbir yüce makam çalışmadan elde edilmez. Hiçbir ebedi sevap ve karşılık da gayret olmadan kazanılmaz. Basit dünyalık menfaatler için bile gece gündüz gerekiyorsa; pek yüce makamların, ebedi hakîkatlerin yer aldığı manevî mertebelere çalışmaksızın nasıl ulaşabilir! Ahiret işlerinde tembel davranıp da dünyevi işlerde dakikanın dahi hesabını yaparak fani dünyanın lezzetlerinin ardına düşen kimselere acıklı bir azaptan kurtulmak için, her türlü eksik sıfatlardan uzak olan Cenâb-ı Hakk’tan af dilemekten başka bir yol kalmamaktadır. Yüksek makam ve mevkiler ile üstün başarıları ancak çalışanlar kazanır.
“(Dünyada) geçmiş günlerde takdim ettiğiniz (iyi ameller)in karşılığı olarak âfiyetle...” müjdesiyle dünyada çalışanlara sevaplar verileceği, yapılanlarının karşılıksız kalmayacağı bildirilmektedir. “Öyle ya, biz müslümanları o günahkârlar gibi yapar mıyız hiç? Size ne oluyor ? Nasıl böyle hükmediyorsunuz?” ayet-i kerimesi bizlere, çalışan gücü yettiğince gayret gösteren, günahlardan kaçınan insanların karşılaşacakları muamelenin günahkar tembel insanların karşılaşacakları muameleyle aynı olmayacağını, çalışan müminlerin üstün konumda olacağını vurgulamaktadır. Bu yanlış tevekkül anlayışını Mehmet Akif şu mısralarıyla eleştirmektedir: ‘Çalış, dedikçe şeriat, çalışmadın durdun, Onun hesabına birçok hurafeler uydurdun. Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya, Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya.’ Tembellik Hastalığından Kurtuluş Yolu Tembellik, tedavi edilmesi gereken önemli kişisel ve toplumsal hastalıklardan birisidir. Çünkü, çalışmayan kimse, öncelikle toplumun başına bela ve yüktür. Halbuki insana yakışan başkasına yük olmadan yardıma muhtaç olanların ihtiyaçlarını gidermektir. Bu da insanın değerinin gayretiyle paralel oluşu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Akıllı Müslüman, imkânı varken, sağlık sıhhati yerinde iken Allah (c.c.)’ın kendisinden razı olacağı işlerle meşgul olmalıdır. Ömür denilen kısa süreli misafirlik sonunda ruh kuşu beden kafesinden uçar, can kalpten ayrılır ve bütün fırsatlar elden gider. İşte bu ömür fırsatını kaybetmiş olanlar o zaman pişman olurlar. Pişman olmamak için Müslüman, yaşadığı anı en iyi şekilde değerlendirmeli ve kâra dönüştürebilmelidir. Bu, hesap günü ömrümüzü nasıl harcadığımız sorulduğunda elimiz ayağımız birbirine dolaşmadan cevap verebilmemiz için dünyada yapmakla zorunlu olduğumuz bir durumdur.