FAİZCİLİK
‘Riba’, artma, çoğalma, şişme, gelişme ve yetişme, ziyade, artma, mübadeleli akitlerde taraflardan birinin hakkı kabul edilen ve akit sırasında şart koşulan karşılıksız fazlalık anlamındadır. ‘Riba’ kelimesi Arapça mastar olup, sözcüğün kökeninde ‘mutlak çoğalma’ anlamı vardır.
Istılahta riba, bir cinsten olan iki bedelden birine yapılan karşılıksız fazlalıktır. Dilimizde buna genellikle ‘fâiz’ denir. Ribâ muamelesi, dinimizin şiddetli yasaklarındandır, büyük günahlara girer. Dinimiz şüpheli şeylerden kaçınmayı mendub saydığı halde faiz şüphesi olan şeylerden kaçmayı vacip kılmıştır.
Riba sözcüğü yerine Türkçe’de daha çok ‘faiz’ terimi kullanılır. Faiz; taşan, taşkın, dolu, ödünç verilen para için alınan kâr gibi anlamlara gelir. Elmalılı Hamdi Yazır riba ile faizin aynı anlama geldiğini belirtirken şöyle der: ‘Riba; sözlükte, ziyadelenmek, fazlalanmak anlamına mastar olup, faiz dediğimiz özel fazlalığın adı olmuştur.’
Kur'an-ı Kerim, birçok ayette faizin haram olduğunu belirtmiş, müminlere “faiz yemeyin” uyarısında bulunmuştur. Faizle ilgili birkaç ayetlik uzunca bir bölüm aynen şöyledir: “Faiz yiyenler, kendilerini şeytan çarpmış (birer mecnun)dan başka bir halde (kabirlerinden) kalkamazlar. Böyle olması da onların: ‘Alım-satım da ancak riba gibidir’ demelerindendir. Halbuki Allah, alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır. (Bundan böyle) kim Rabbinden kendisine bir öğüt gelip de (faizden) vazgeçerse, geçmişi ona ve işi (hakkındaki hüküm) de Allah'a aittir. Kim de tekrar faize dönerse onlar o ateşin yaranıdırlar ki, orada onlar bir daha çıkmamak üzere ebedî kalıcıdırlar.”
Allah (c.c.), ribanın bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise artırır. Allah (c.c.), haramı helal tanımakta ısrar eden çok kâfir, çok günahkâr hiçbir kimseyi sevmez. “Ey iman edenler! Gerçek müminler iseniz Allah'tan korkun, faizden henüz alınmamış olup da kalanı bırakın, almayın. İşte böyle yapmazsanız Allah'a ve peygamberine karşı harbe girmiş olduğunuzu bilin. Eğer (faizciliğe) tevbe ederseniz mallarınızın başları (sermayeleriniz) yine sizindir. Bu suretle ne haksızlık yapmış ne de haksızlığa uğratılmış olursunuz.”
Ribanın ne olduğunu açıklama noktasında tefsirci Taberî, cahiliye adetini anlatır: ‘Cahiliye devrinde kişi bir malı belirlenen bir vade ile satardı. Vade dolunca, borçlu borcunu ödeyemez ise vade uzatılır, borcu da artırılırdı.’ İşte bu artma riba yani faiz idi.
“Rasûlullah (s.a.v.) ribayı yiyeni, yedireni, riba akdini yazanı, sadakaya (zekâta) mani olanı, dövme yapanı, dövme yaptıranı -hastalık sebebiyle olan hariç- hulle yapanı, hulle yaptıranı lanetledi.” Hadiste, ribâ muamelesine bulaşan herkes ilâhî tehdide maruz kılınmıştır. Sadece almak veya vermek değil, bu muameleye kâtiplik, şahitlik yapmak da yasaklanmaktadır.
“İnsanlar öyle bir devre ulaşacak ki, o zamanda ribâ yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan) yemeyene buharı ulaşacak.” Bir rivayette “...tozu ulaşacak.” denir.
Ribâ'dan buharın ulaşması, ribâ muamelesine şahitlik, kâtiplik yapmak veya ribâ yoluyla elde edilen kazançtan verilen ziyafetten yemek, böyle bir kazançla satın alınan hediyeyi kabul etmek gibi değişik şekillerde olabileceği belirtilmiştir. Hadis-i şerif bu durumda şu manayı ifade eder: Öyle bir zaman olacak ki, bu devrede kişi, hakikî fâizden kaçınsa bile, dolaylı şekilde gelecek fâiz bulaşmalarından kendini kurtaramayacaktır.
Bu hadisten hareketle muamelâtının esası fâize dayanan banka dahil, bütün benzer müesseseler mevzuunda mümin Müslümanların dikkatli olmaları gerekir. Şu veya bu gerekçelerle, bulaşmak zorunda kalınan veya bulaşmak zorunda kalındığı zannıyla bulaşma şıkkı tercih edilen ‘fâiz’li muamelelere, hiçbir surette kesin bir ifade ile ‘fâiz değildir’ veya ‘câizdir’ diye fetva vermemek gerekir. Fetva, büyük mesuliyet işidir. Daima ihtiyat şıkkını tercih etmek en doğrusudur. Bildiğimiz gibi, İslâm ulemasının ittifakla benimsediği genel bir prensip mevcuttur: ‘Bir meselede helâl ve haram ihtimali beraberce var ve fakat birini tercihe karine yok ise, ihtiyaten haram olma şıkkı esas alınır. Yani şüpheli şeylerden kaçmak esastır.
Bunun içindir ki, fâiz şüphesi olan muamelelerin ‘fâiz olduğunu’ esas alıp, kaçınmaya çalışmalı, kaçınamıyor isek tevbe ve istiğfarı elden bırakmamalıyız. Her durumda ‘haram değil’ diye fetva vermekten kesinlikle kaçınmalıyız, bu ebedî hayatımızı mahvedecek bir hata olur.
Hz. Peygamber (s.a.v) faiz ile ilgili şunları ifade etmektedir: “Miraca çıkarıldığım gece yedinci kat sema'da iken başımın üstünde bir takım gök gürültüleri, şimşek ve yıldırım sesleri duydum. Bir de baktığımda bir kısım insanlar gördüm ki ön taraflarında karınları evler gibiydi. Bu geniş karınlarının içinde, yılanlar-çıyanlar vardı. Bunlar dışarıdan görünmekte idi. Cebrail'e sordum: Kimdir bunlar? dedi ki: Onlar faizcilerdir.
“Faizde, alan veren müsavidir.” Yine buyurdular ki: “Faizcilik yapanlarla, zekât vermeyenleri cehennem ateşi ile tebşir et.”
Faiz hakkındaki hadis-i şerifler şöyledir: “Allah indinde, günah olması bakımından, kişinin aldığı bir kuruş faiz, otuz altı defa zina etmiş olmasından daha kötüdür. Halbuki faizin en kötüsü, Müslüman bir kişinin namus ve haysiyetine dokunmaktadır.”
“Kim ki hakkı örtmek gayesiyle bir zalime yardım ederse, o Allah'ın ve Rasûlü'nün himayesinden uzaktır. Kim bir kuruş faiz yerse, o otuz üç kere zina yapan bir kadın gibidir. Kimin ki eti haram lokma île meydana gelirse, o et ateşe (cehenneme) daha layıktır.”
“Bu ümmetten bir kısım insanlar yerler, içerler, çalarlar, oynarlar, yatarlar, sabahleyin maymun ve domuz suretinde kalkarlar. Muhakkak onlara yerden ve gökten musibet yağacaktır. Öyle ki onlar hakkında insanlar sabahleyin kalkınca şöyle diyecekler: Bu gece filan kişiler yere batmış, bu gece filan kişilerin evleri yere gömülmüş! Hz. Lut (a.s.)’un kavminden bazı kabilelerin evleri üzerine alkollü içki içmeleri, erkeklerin ipek elbiseler giymeleri, çalgıcı ve çalgılar edinmeleri, faiz yemeleri, akrabalık bağlarını koparmaları, yüzünden taş yağdığı gibi, onların üzerine de gökten taş gönderilir.”
“Faizin yetmiş iki kapısı vardır. Günah olma bakımından en hafifi kişinin kendi anasıyla münasebette bulunması gibidir. Halbuki muhakkak faizin en ağırı, kişinin kardeşinin ırz ve namusuna taarruz etmesidir.”
“Sakının, affedilmeyen günahlardan sakının. Bunlar: Hıyanet etmek, çalmak, faiz yemektir.”
“Dört zümre vardır ki, onları Cennete koymamak Allah Teâlâ üzerine hak olmuştur: Alkollü içki içen, faiz yiyen, haksız yere yetim malı yiyen, Anasına-babasına karşı gelen.”
“Kim selem akdi yaparsa, sakın fazla alma şartı koşmasın. Bir avuç saman bile olsa bu fazlalık ribâdır.” Rasûlullah (s.a.v.) bu hadiste de akdin, antlaşmanın durumu ne olursa olsun ona faiz karıştırılmaması gerektiğini ifade etmektedir.
Bir başka hadislerinde ise: “Müşteri kızıştıran, riba yemiş haindir. Bu iş, batıl bir aldatmadır, helal değildir.” buyurmaktadır. Müşteri kızıştırarak malın daha fazla bedelle satılmasını sağlamak sûretiyle satın alanın aldanmasına yol açtığı için yasaklanmıştır.
“Ribânın en kötüsü, haksız yere Müslümanın ırzını (mânevî şahsiyetini) rencide etmektir.” Hadis-i şerifte geçtiği üzere, gıybeti kötülemede, onu riba ile mukayese etmek de başka bir inceliktir. Çünkü dinimizde riba en çok kötülenen, kaçınılması hususunda en çok dikkat çekilen, hassasiyet gösterilen bir günahtır. Kur'an-ı Kerim'de, “Ribâ (faiz) yiyen kimselerin kıyamet günü, kabirlerinden şeytan çarpmış kimselerin kalkışı gibi kalkacakları... Allah'ın riba'yı helâl sayan kâfirleri sevmediği" ifade edilir.”
Şu halde, mealini verdiğimiz hadis-i şerif, gıybetin bu pis günahtan daha pis bir günah olduğunu belirtmektedir. Hadiste Rasûlullah (s.a.v.) ‘ırz’ı, mübalağa kastıyla mal cinsine sokmuş ve ribayı iki çeşit kılmıştır: Bir çeşidi ‘müteârif riba'dır, yani borçludan, malını fazlasıyla almaktır. ‘Müteârif olmayan riba’ ise kişinin dilini arkadaşının ırzına uzatmasıdır. Hadiste ikinci riba birinciden daha kötü ilan edilmiştir.’
Cins ve miktarı bir olan iki şey biri diğeriyle mübadele edildiğinde bir taraf için kabul edilen malın fazlasına riba veya faiz denir.” Ayarları aynı olan 100 gr altını peşin veya vadeli yüz yirmi gr altınla mübadele etmek gibi... Böyle bir işlemde 100 gr altın veren, aynı miktarda altın alma hakkına sahip olur. Burada 100 gr altın anapara (re’sül- mal), 20 gr fazlalık ise riba adını alır.”
Câhiliyye devrinde asıl borca ‘re’sül-mal’, ziyadesine ise ‘riba’ adı verilirdi. Bugünkü faiz işlemleri nitelik bakımından cahiliyye devrinin bu âdetinden başka bir şey değildir. Zaman zaman faiz miktarının ve şekillerinin azalması veya çoğalması muamelenin niteliğini değiştirmez. İşte cahili Arap örfünde riba tam anlamıyla günümüzdeki nükudun (nakit paraların) faizi veya nemâsı diye tanımlanan fazlasıdır. Karzdan (ödünç para) başka borçlar da (düyun) tatbiki dahi böyledir. Şüphe yok ki sözlükte bunun en uygun ismi riba, ziyade artık olması gerekir. Buna faiz veya nema tabirinin kullanılması “Alım-satım ancak riba gibidir” ayetinin delaletiyle, alım ve satım ve ticarete benzetilerek yanlış bir kullanmadır.’
Bir şeyin nitelikleri değişmedikçe, adının değişmesi, hükmünün değişmesi gerektirmez. Buna göre, Riba’nın hükümleri aynı hukuki özellikleri taşıyan faize de uygulanır. Bu icare akdine, kira akdi demek gibidir ki, her ikisi de aynı anlama gelen sözlerdir.
İslâmiyet toplumla ilgili sosyal ve ekonomik problemleri çözerken tedric (aşamalı) prensibine uymuştur. Faizcilik, Arapların özellikle yüksek tabakaların yararlandıkları önemli bir kazanç yolu idi. Bunu bir hamlede kaldırmak uygun değildi. Bu yüzden, içkinin yasaklanışında olduğu gibi, ribanın yasaklanışı da belli merhaleler geçirmiştir.
Ebu Hureyre (r.a.)’den, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şöyle dediği nakledilmiştir: “Miraç gecesi, karınları evler gibi (büyük) olan bir topluluğun yanına geldim. Onların karınlarında dışarıdan görünen yılanlar vardı. Cebrail (a.s.)’a bunlar kimler olduğunu sorduğumda; Bunlar faiz yiyenlerdir” cevabını verdi.
Miraç olayı 621 m. Yıllarında Mekke’de vuku bulduğuna göre, faizin ileride yasaklanabileceğine daha o günden işaret edilmiş olmaktadır. Yine Mekke’de inen bir ayette faizin malı arttırmayacağı bildirilmiştir”
Medine’de inen bir ayette ise, Tevrat’ta Yahudilere faizin yasaklandığı, ancak bu yasağa uymadıkları için kendilerine helal kılınan bazı temiz ve güzel şeylerin haram kılındığı belirtmiştir”
Şu ayette ise kısmî yasaklama getirilmiştir: “Ey İman edenler, ribayı öyle kat kat arttırılmış olarak yemeyin” Burada fâhiş ribâ adı verilen mürekkeb faiz kastedilmiştir.
Kuran- Kerim çoğu ve azı hakkında bir ayırım yapmaksızın ribayı şu ayetlerle mutlak olarak yasaklamıştır: “Allah alış-verişi helal ve faizi ise haram kılmıştır”
“Kim de haram olan bu ribayı helal diye yemeye dönerse, içte onlar cehennemliktir, o ateşte ebedi olarak kalacaklardır”
“Ey İman edenler! Allah’tan korkun ve (cahiliyette işlediğiniz) faiz hesabından arta kalanı bırakın; eğer gerçek müminler iseniz. Yok, eğer bu faizi terk etmezseniz; Allah’a ve Peygamberine karşı bir harbe girmiş olursunuz. Eğer Ribadan tövbe ederseniz, ama paranız sizindir. Böylece ne zulmetmiş ve ne de zulme uğramış olmazsınız”
Müfessirlerin çoğuna göre, riba ile ilgili ayetler, Taif’e oturan Beni Sakîf kabilesinin faiz problemleriyle ilgili olarak inmiştir. Bu kabilenin Hz. Peygamber (s.a.v.)’le yaptığı Taif anlaşmasında faiz alacak-verecekleri lağvedilmişti. Mekke’deki Muğîre oğulları, Beni Sakif’den Amr b. Umeyroğullarına olan faiz borçlarını ödemeyince, aralarında düşmanlık doğdu. Durum Mekke valisi Attab b. Esîd tarafından Hz. Peygamber (s.a.v.)’e yazıldı. Bu soru üzerine riba ayetleri indi ve Hz. Muhammed (s.a.v.), valiye ayeti yazdı. Ayrıca hükme razı olurlarsa ne âlâ, aksi halde onlara harp ilan etmesini bildirdi. Bunun üzerine Taifliler faiz istemekten vazgeçtiler. Mekke ve Taif’in fethi 8. veda haccı ise 10. hicret yılında vuku bulmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.), veda haccı sırasında Mekke’deki faiz yasağı uygulamasını şu ifadelerle başlatmıştır: “Dikkat ediniz’ cahiliyye devrinden kalma faizin hepsi kaldırılmıştır. Kaldırdığım faizin ilki, amcam Abbas b. Abdulmuttalib’in faizidir”
İslâm’ın yasakladığı riba iki kısma ayrılır: Nesîe ve fazlalık ribası.
Nesîe Ribası (ribe-n nesîe): Cahiliyye devrinde bilinen ve uygulanan riba çeşidi budur. Bu, satım akdinden veya ödünç (karz) vermekten doğan bir borç için vade durumuna göre eklenen faizdir. Borç vadesine ödenmeyince yeni anlaşmalarla faiz ilave edilir. Kuran- Ker'im’de bu çeşit ribaya işaret edilerek yasak hükmü getirilmiştir: “Ey İman edenler gerçek müminler iseniz Allah’tan korkun, faizden henüz alınmamış olup da kalanı bırakın.”
Fazlalık Ribası (ribe-l- fadl): Bu hadis-i şeriflerde yer alan riba çeşidi olup, mislî tür alınan, misliyle, iki ivazdan (bedelden) birisini diğerinin üzerine ziyadeyle satmaktır. Mesela bir ölçek buğdayı, iki ölçek buğdayla peşin veya vadeli olarak trampa etmek gibi....
Ubâde b. Es- Samit’ten Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şöyle dediği nakledilmiştir: “Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma hurmayla ve tuz tuzla misli misline, birbirine eşit ve peşin olarak trampa edilirler. Ama bunların cinsleri ayrı olursa peşin olmak şartıyla, istediğiniz gibi satış yapınız.” Bu hadisin Tirmizi’deki rivayetinde şu ilave vardır: “Her kim bu şekil mübadelede fazla verir veya alırsa şüphesiz riba yapmış olur”
İslâm hukukçularının çoğunluğu bu hadiste sayılan altı maddeyi ‘örnek kabilinden’ sayarken, yalnız zahiriler, yasak hükmünün sadece bu altı maddeye ait olduğunu söylemişlerdir. Buna bağlı olarak ribanın illeti de tartışılmıştır.
Hanefilere göre, faizin illeti mislî mallarda cins ve miktar birliğidir. Ölçü ile alınıp satılan şeylerde cins ve ölçü birliği, tartı ile alınıp satılan şeylerde ise cins ve tartı birliği ortak niteliktir. Bu duruma göre faizin hükmü, yalnız hadiste zikredilen altı maddeye değil, ortak özelliğe sahip olan tüm maddelere uygulanır. Bir hadiste şöyle buyurulur: “Faiz ancak altında veya gümüşte yahut ölçü veya tartılan ya da yenilen veya içilen şeylerde cereyan eder.”
Nesîe (veresiye satış) ribasının illeti ise vadedir. Misli olan şeylerin aynı cinsle veya değişik cinsteki şeylerle vadeli mübadelesinde bu çeşit riba gerçekleşir.
Üsâme İbnu Zeyd (r.a.) anlatıyor: ‘Rasûlullah (s.a.v.): “Ribâ veresiyededir.” buyurdu.
Ancak vadenin bağlayıcı olmadığı karz-ı hasen (güzel ödünç) ve nakit para karşılığı veresiye satışlarla selam akdi, toplumun bu muamelelere ihtiyacı nedeniyle özel nass (ayet hadis) meşru kılınmıştır.
Şafîi hukukçulara göre, altın ve gümüşte riba illeti (para olma) (semenlik) özelliği, hadiste sayılan diğer dört maddede ise illet ‘yiyecek maddesi’ olmalarıdır.
Satıştaki veya ödünç vermedeki faizi iyi anlamak için, Ömer Nesefi’nin Erbain-i Selmani adındaki kitabını okumalıdır. Vesiletü’n-Necat’ta 33 örnek verilmiştir:
1- Kile (iki teneke hacminde bir ölçü) ile satılan bir şey, kendi cinsiyle (mesela buğday buğdayla) peşin satılırken, birinin hacmi fazla olursa, faiz olur.
2- Hacimleri müsavi, fakat biri veresiye (yani söz kesilen yerden ayrıldıktan sonra verilecek) ise, yine faiz olur.
3- Tartarak satılan bir şey, kendi cinsiyle (örneğin, beşi bir yerde altın liralar karşılığı olarak) peşin satılırken, verilen ile alınanların ağırlığı müsavi olmazsa, faiz olur.
4- Vezinleri (ağırlıkları) müsavi, fakat biri veresiye ise, faiz olur. Vezin veya hacimleri müsavi olmayan peşin satışta, faizden kurtulmak için, vezni veya hacmi az olan malın yanına, aynı cinsten olmayan başka az bir şey de ilave edip, iki şey bir arada iken pazarlık etmelidir. Böylece faizden kurtulur ise de, ilave edilen şey’in kıymeti az ise, harama yakın mekruh olur. O şey’i pazarlıktan sonra ilave ederse caiz olmaz. (tahrimen mekruh olur .) İmam-ı Muhammed’e (r.a.) ‘mekruhu dünyada neye benzetirsin?’ diye sorduklarında: ‘Dağ kadar büyük günah bulurum’ buyurdu.
5- Kile ile satılan şeylerden aynı cinsten olmayanlar birbiri ile (örneğin, arpa, buğdayla) satılırken, hacimleri aynı olsa da, veresiye satmak, riba (yani faiz) olup, hacimleri farklı olsa da her ikisi peşin caizdir.
6- Tartılarak satılan şeylerden aynı cinsten olmayanlar, birbiri ile (altın, gümüş ile) satılırken, ağırlıkları eşit olsa da, biri veresiye olunca faiz olur. Ağırlıkları farklı olsa da, ikisi peşin (eline teslim etmek) caiz olur. Altın ve gümüşle eşyayı birbiri karşılığı veresiye satmak faiz olur.
7- Vezn ile ve kile ile ölçülen ve ölçülmeyen her şey, kendi cinsi ile veresiye satılınca, miktarı aynı olsa da, faiz olur.
8- Kile ile veya vezn ölçülen bir şey’i kendi cinsi karşılığı, ölçmeden toptan satmak, miktarları müsavi ise de faiz olur. Çünkü böyle şeyler satılırken alış-veriş esnasında ölçülerek, miktarlarının aynı olduğunu bilmek, bey’in (alış-verişin) sahih olması için şarttır.
9- Birkaç kimse arasında müşterek olan, kile veya vezn ile ölçülen bir malı, ölçmeden ödünç vermek ve almak faiz olur.
10-Hacim ile veya vezn ile ölçülen bir malı, ölçmeden ödünç vermek ve almak faiz olur.
11-Başaktaki buğdayı başaktaki buğdaya, aynı miktarda dahi satmak, faiz olur.
12-Başaktaki buğdayı, buğday ile müsavi miktarda dahi satmak, faiz olur.
13-Ağaçtaki meyveyi, kopmuş aynı meyve ile satmak faiz olur.
14-Ağaçtaki meyveyi, ağaçtaki aynı meyve ile satmak faiz olur.
15-Buğdayı, buğday ununa ve kavrulmuş buğdaya: aynı hacimde dahi olsa satmak faiz olur. Çünkü buğdaydan, aynı hacimde un hasıl olmaz.
16-Unu ve buğdayı, ekmeğe satmak faiz olmaz. Çünkü ekmek başka cinsten olmuştur ve sayı ile ölçülür, satılır.
17-Menşe’leri veya kullanılış yerleri aynı olmayan veya insanlar tarafından sıfatları değiştirilen şeyler, aynı cinsten değildir. Mesela: hurma sirkesi ile üzüm sirkesi, koyun eti ile sığır eti, koyun ile keçi kılı ve buğday ile ekmek aynı cinstendir (biraz önce geçtiği gibi).
18-İmam-ı Muhammed (r.a.)’e göre, ekmeği adet ile vezn ile ödünç vermek, faiz olmaz.
19-Susam, zeytin, ceviz gibi yağ çıkarılan cisimler, kendi yağları ile satıldığı zaman yağ, cisimdeki yağ miktarından ziyade ise, caizdir veya yağın aynı miktarı yağ karşılığı olup, ziyadesi posa karşılığı olur. Ziyade değilse, az veya müsavi ise veya belli değilse, faiz olur.
20- Üzümü, şırası karşılığı ve koyunu yünü karşılığı ve meyveli ağacı aynı
meyve karşılığı ve ekilmiş toprağı, çıplak toprak karşılığı, yetişmiş
buğdayı yetişmemiş buğday karşılığı, taşlı küpeyi taşsız küpe karşılığı,
altınlı kılıncı veya kemeri, altınsız aynı kılınç ve kemer karşılığı ve
kabuklu pirinci, kabuksuz pirinç ile satmak da müsavi veya az ise faiz
olur. Parayı tamamen alınca, satın alabilir. Bir malı sattıktan sonra
parasının hepsini tamamen teslim almadan o mal ile birlikte başka bir
şey’i aynı fiyatla geri satın almak faiz olur. Çünkü, aynı fiyatın bir kısmı,
o başka şey’i alması ise caizdir.
21-Bir malı, kendisi veya vekili, örneğin on liraya satıp, müşteriye teslim ettikten sonra, parayı teslim almadan malı müşteriden, dokuz liraya geri satın almak faiz olur. Parayı tamamen alınca, satın alabilir. Bir malı sattıktan sonra parasının hepsini tamamen teslim almadan, o mal ile birlikte başka bir şey’i aynı fiyatla geri satın almak faiz olur. Çünkü, aynı fiyatın bir kısmı, o başka şey için olup, o malı daha ucuza almış olur ve faiz olur. O başka şey’i alması ise caizdir.
22-Bir malı, mesela iki ay sonra teslim etmek üzere sattıktan sonra, noksan olarak daha önce vermeyi kararlaştırmak faiz olur.
23-İki kişi, birer çuval buğdayı, hacmini ölçmeden, karıştırıp un yaptıktan sonra, unu ikiye taksim etmeyi kararlaştırmak faiz olur.
24-Unları karıştırıp ekmek yaparak, ekmeği ikiye bölmek da faiz olur.
25-Ceviz, badem, zeytinleri ölçmeden karıştırıp yağ çıkardıktan sonra, yağ taksim etmek de faiz olur.
26-İki kişinin müşterek bir ineği olsa, sütü bir gün senin, bir gün benim diye taksim etseler de faiz olur.
27-İki kişi, mesela bir öküz veya bir at veya bir otomobil veya bir dükkan
veya tarlalarını veya tezgahlarını, her biri kullanmak için muayyen bir zaman için değişseler, faiz olur.
28-İçinde, oturmak şartı ile bir evi, ekmek şartı ile tarlayı, kendi kullanmak şartı ile bir otomobili borçludan rehin istemek faiz olur. Çünkü, rehin alınırken, bunu kullanmayı şart etmek, rehinde faiz olur.
29-Bir şeyi ucuz satın almak veya ona pahalı satmak şartı ile ödünç vermek faizdir.
30-Mahsulün yarıdan fazlasına ortak olmak şartı ile köylüye para vermek veya tohum veya toprak verip onu çalıştırmak veya ona ödünç vererek tarlasını alıp işletip mahsulün yarıdan azını ona bırakmak faiz olur.
31-Az ücretle çalıştırmak, ondan hediye almak, ziyafet istemek üzere ödünç vermek faiz olur.
32-Bir şeyi, aldatarak pahalı satmak veya ucuz almak da faiz olur.
33-Satılan şeyin ayıbını gizlemek ve alınan şeyin kıymetini gizlemek faiz olur.
Ebu Ayyaş'ın anlattığına göre: ‘Sa'd İbnu Ebi Vakkas (r.a.)'a, beyaz buğday mukabilinde kabuksuz arpa satın almanın hükmünü sorar. Sa'd (r.a.) kendisine ‘Hangisi daha kıymetli? diye sorar. Zeyd: ‘Beyaz buğday’ der. Sa'd onu bu işten men eder ve der ki: ‘Ben Rasûlullah (s.a.v.)'a kuru hurmayı taze hurma mukabilinde satın alma hakkında sorulduğu zaman işitmiştim. Rasûlullah (s.a.v.) bunu sorana: “Tâze hurma kuruyunca ağırlığını kaybeder mi?” dedi. Adam ‘evet’ cevabını verince, Rasûlullah (s.a.v.) onu bu işten men etmişti.’
Faizden Kurtuluş Yolu Helal ve Temiz Kazanç Elde Etmektir.
“Sizden öncekilerden bir adama, canını almak üzere melek geldi. Adama: Hayır namına bir iş yaptın mı? diye soruldu. Adam: Bilmiyorum, dedi. ‘îyi düşün’ diye hatırlatıldı. Adam bu sefer: Bir şey bilmiyorum, ama ben dünyada insanlarla alış-veriş yapardım onlara kolaylık gösterirdim, biraz sıkıntı içinde olanların vereceğini bekletirdim, çok zor durumda olanın vereceğini ise bırakırdım, diye söyledi. Allah Teala da onu cennetine koydu.
Yüce Allah, zor durumda olan kimse karşısında sabırlı olunmasını emrederek “Borçlu darda ise eli genişleyene kadar ona mühlet verin” diye buyurdu. Cahiliye zamanındaki âdetleri yasakladı. Onlar, borcun zamanı geldiğinde borçluya: Ya borcunu ödersin ya da faizini artırırsın’ derlerdi. Hak sahibi borçlunun darda olduğunu bilirse, borcunu istemesi helal olmaz. Eğer ki, darda olduğu hâkim katında kesinlik kazanmamış olsa bile. Darda olanın borcunu bağışlama bekletmekten daha faziletlidir. Darda olanın borcunun bekletilmesi vacib, bağışlanması ise müstehab olmakla birlikte, bu durum ‘farz nafileden üstündür’ hükmünden müstesna tutulmuştur. Dolayısıyla darda olanın borcunun bağışlanması bekletmekten daha faziletlidir. İmam Ahmed bin Hanbel'in rivayet ettiği şu hadis de darda olanın borcunu bekletmenin fazileti hakkındadır: “Kim darda olan birinin borcunu bekletirse, her gün için ona sadaka yazılır.” Bekleten alacaklı, her gün yeni bir karşılık elde etmektedir.
“Allah Teâlâ faizi noksanlaştırır, sadakaları ise artırır. Nimet kadri bilmeyen hiçbir günahkâra da asla muhabbet etmez.” Yani Allah Teâlâ faiz karışan malın bereketini giderir ve neticede o malı mahveder, sadakası verilen malı da artırır; ahirette de ecrini kat kat verir. Binaenaleyh sahibi hakkında o mal mübarek olur. Faize ısrarla dalan ve hakkı hukuku gözetmeyen günahkârları Allah Teâlâ sevmez.
Hadîs-i şerîfde: “Allah Tayyîb (temiz)dir. Ancak tayyîb olanı kabul eder.” buyrulmuştur. İlim ve hikmet ancak helal lokmadan zuhur eder. Aşk ve kalp rikkati ancak helal lokmadan husule gelir. Yersiz gadab (sinirlenme), haramlara meyil, mübahlara düşkünlük de haram ve şüpheli lokmalardan zuhura gelir. Hülasa olarak, lokma helal ve tayyîb değilse fasit amel zuhura gelir. Cenab-ı Hak ayet-i celîlede: “Ey Rasûller! Tayyîb şeylerden yiyin ve salih amel işleyin!” buyurmuştur.
Rafi' b. Hadîc (r.a.) babasından naklederek onun şöyle dediğini bildirmektedir: ‘Ya Rasûlallah, en temiz kazanç hangisidir?’ diye sordular. O (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kişinin eliyle kazandığı ve meşru olan her alış-veriş (ten elde ettiği)’dir.”
Temiz ve mutlu bir toplum hayatı, temelde temiz ve helal yollarla elde edilmiş gıdalarla beslenme ile doğrudan irtibatlıdır. Bu sebeple de dünyaya yepyeni bir sistem ve yaşayış biçimini getirip yerleştiren ilk Müslümanlar, temiz, en temiz kazancın peşinde idiler. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e onu soruyor, temiz ve helal lokmalarla beslenmenin yollarını arıyorlardı.
‘El emeği’nin, en temiz kazanç yollarının başında geldiğini belirten Peygamber Efendimiz, bu beyanlarıyla herkesin bi1fiil ve bizzat çalışmasını, bir sanat veya zanaat sahibi olmasını öğütlemiştir. Meşru olmak kaydıyla her alış-verişten elde edilecek kazancın helal olduğunu belirtmek suretiyle de ticareti tavsiye etmiştir. “Allah alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır.” ayetine ve “müslümanı aldatmama” prensibine sonuna kadar sadık kalarak yapılacak ticaretten elde edilecek kazanç elbette temizdir. Önemli olan bu sınırlara sadakattir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Medineli Müslümanlar arasında mümtaz bir yere sahip olan Sa'd b. Muaz (r.a.) ile musafaha yaptı. Ellerinin nasır bağlamış olduğunu fark etti ve bu durumun sebebini sordu. Sa'd b. Muaz (r.a.), ‘evlad ve iyalimi geçindirmek için kazma-kürekle çalışırım’ cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) Sa'd'ın elini öptü ve “Allahın sevdiği eller.” iltifatında bulundu.
Olay o kadar muhteşem ve anlamlı ki, üzerinde herhangi bir yorum yapmaya hiç gerek yok. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.)’in öpmek suretiyle takdirlerini bilfiil gösterdiği eller, çoluk-çocuğunun rızkını helalinden temin için çalışırken nasır tutan ellerdir. O halde sosyal makam ve mevki ne olursa olsun, herkesin helal kazanç peşinde olması takdir edilmelidir. Faizden ve faiz şüphesinden uzak kalmak için böyle bir yolun tercihi ise, elbette her türlü takdirin üstünde olacaktır. Müslümanların iktisaden güçlü olmaları şarttır. Ancak bunun meşru yollardan elde edilmiş olması da bir başka temel şarttır. Bu iki şarttan ikincisini ihmal etmek asla düşünülmemelidir. Zira böyle bir tutum, inanç adamı olmanın gereğidir. Aksi ise, güçlü olayım derken, yenilgiye davetiye çıkarmak olacaktır. Zira meşru olmayan yollardan meşru ve yüce hedeflere ulaşılamaz.
‘faizin tozu’na bulaşmak, belki belli ölçüde bir mecburiyet sonucu olmaktadır. Ancak isteyerek ve bilerek faizli muamelelere iltifat etmek, hiç bir gerekçe ile makul gösterilemez. Hatta faizsiz bir sistem arayışını gündemden çıkarmak gibi bir sonuca vesile olacağı için, ümmet çapında bir sorumluluğu da gerektirecektir. Müslüman sermayenin bu noktayı iyi değerlendirmesi, tercihini temiz ve ‘faizden arınmış kazanç’tan yana kullanması, kendi kurtuluşu olacağı kadar faiz çarpmış dünya ekonomisinin de yararına olacaktır. Zira dünya alternatif ekonomik sistemi tanıma fırsatı bulacaktır.
Rasûlullah (s.a.v.)'ın Veda hutbesindeki çağrısına uyarak, faizli ilişkiden sıyrılmak zorundadır. Helal rızkına, kimden geleceğini, hangi Müslüman’ın kesesinden çıkacağını bilmediği haksız bir miktarın girmesine izin vermemelidir. Şeytanın aldatmalarını terk etmelidir. Faizli sistemin dışına çıkma gayretine girmelidir. İlişkide bulunduğu insanları, buna yöneltmelidir. Gariptir ki, Müslüman ülkelerde, faizli yapıyı ayakta tutan da, yine Müslümanların ilişkileri olmaktadır. Demek ki, bizlerde, faizli sisteme hayat ve fırsat verecek bir inanç sapması söz konusu olmuştur. Bir an önce inançlarımızı yeniden inşa etmek zorundayız.
Kendisi faizli işlemlerin içinde bulunmayan Müslüman’ın da bir görevi vardır. Çünkü o da, faizli sistemden etkilenme halindedir. Farkında veya değil, ama bu böyle. Her gün cebine bir el uzanıyor ve faizli sistem adına kendisini soyup, faizcinin kasasında serveti biriktiriyor. Müslüman buna da razı olmamalıdır. Öyleyse o da, fert olarak faizden kaçınmakla yetinmemeli, sistemi faizsiz ve kendi inanç değerlerince yaşayacağı bir yapıya kavuşturma mücadelesine girmeli ve bunu sürdürmelidir.
Bakara sûresi, 2/275–279.
Ebu Dâvud, Büyû, 3; Nesâî, Büyû, 2; İbnu Mâce, Ticârât, 58.
Buhârî bunu senetsiz olarak ve sahâbe sözü şeklinde rivayet etmiştir. Büyû, 60.
Hak Dini, Kuran Dili, Elmalılı, II, 952/953.
Elmalılı, a.g.e. II, 952/953.
Bakara sûresi, 2/278–279.
Buhârî, Büyû 40; Müslim, Büyû 102; Nesâî, Büyû 50.
Tirmizî, Büyû 14; Ebu Dâvud, Büyû 18; Muvatta, Büyû 22; Nesâî, Büyû 36.
Buharî, Enbiya, 50; Istikrâd, 5.