ŞÜKÜR

‘Şükür’, sözlükte, hayvanların yedikleri gıdanın etkisinin bedenlerinde açıkça ortaya çıkmasıdır. İslâm ahlâkında şükür, Allah (c.c.)’ın nimetlerinin etkisinin kulun dilinde ‘itiraf ve övgü’ olarak, kalbinde ‘tanıklık ve sevgi’ olarak, organlarında da ‘itaat ve boyun eğme’ olarak ortaya çıkmasıdır. Kur’an-ı Kerim, insana sayısız nimetler verildiğini, insanın bunları veren Allah (c.c.)’ı bilip, hizmetine sunulan bu nimetlerden dolayı nimetleri verene minnet duymasını ve bu duyguyu çeşitli şekillerde ortaya koymasını bildirmektedir.

Türkçe’de kullandığımız ‘teşekkür etmek, şükran duymak, şükran sunmak, minnettar olmak, teşekkürü borç bilmek’ kavramları da aynı kökten gelmekte ve yaklaşık aynı anlamı ifade etmektedir. Şükür ve İman İlişkisi Şükür, nimet vereni bilip açığa vurmak olduğu gibi, bunun tam zıddı olan ‘küfür’ ise, nimet vereni inkâr edip onu gizlemek, yok saymaktır.

Küfür kelimesi, iman etmemeyi, insanlara sonsuz nimetler veren rızık sahibi Allah (c.c.)’ı inkâr etmeyi anlattığı gibi, şükür kelimesi de iman etmeyi, verilen nimetlerin sahibi olan Allah (c.c.)’ı tanımayı ve O’na minnettarlık duymayı ifade eder. Şükür, hamd etmeyi ve tevhid’e inanmayı bir araya toplar. Her şükrün başı kesinlikle Allah (c.c.)’a hamd olmalıdır.

Nitekim Fatiha sûresini okurken ‘Allah’a hamd’ ile başlar, tevhid dinine bağlılıkla bitiririz. Fatiha sûresinde, Allah (c.c.) tarafından bize “Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet.” dememiz emredildi. Bu ayette ‘kendilerine nimet verilenler’ diye bildirilenler ise, peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih (iyi) insanlardır.

Kendilerine gazap edilenler ile sapıtmışlar, nimet verilenler arasına sokulmamıştır. Bunun için küfredenler, inkârcılar; şükredenler ise iman edenlerdir, diyebiliriz. Şükür, iman etmenin çeşitli organlarla ve bu organların faaliyetleriyle ortaya konulmasıdır. Şükür aynı zamanda nimeti bilmenin de ismidir.

Çünkü nimeti bilmek, nimeti vereni bilmenin yoludur. İşte bunun için Allah (c.c.), Kur’an-ı Kerim’de, İslâm ve İman’a ‘şükür’ diye de isim vermektedir. Şükrün Önemi Kur’an-ı Kerim, sürekli olarak Allah (c.c.)’ın insanlara verdiği nimetlere, yaptığı bağış ve ihsanlara dikkat çekmekte ve insanın yararlandığı bütün bu nimetler karşısında minnet duymasını, şükran duyguları içerisinde olmasını istemektedir.

Çünkü nimete kavuşmanın, iyilik görmenin karşılığı budur. İnsan, Allah (c.c.)’ın insanlara verdiği can ve organlar karşılığında, yağmur vermesinin, gece ile gündüzü var etmesinin, dağ gibi gemileri yüzdürmesinin, eti yenen hayvanları ve daha nice nimetler vermesinin karşılığı olarak şükretmelidir.

Bütün bu nimetleri vereni tanımalı ve O’nun huzurunda boyun bükmelidir. Allah (c.c.)’ın insanlara; “Verdiğim nimetlere şükredin” demesi de ayrıca insan için bir nimet ve iyiliktir. Çükü şükrün yararı dünya ve ahirette Allah (c.c.)’a değil kullara dönüktür. Yerine getirdiği şükür ile yarar gören kulun kendisidir. Kul şükrederek Rabbine bir karşılık veya mükâfat vermemektedir.

Zaten buna da hiçbir varlığın gücü yetmez. Kim şükrederse kendi nefsi için şükretmiş olur. Yoksa Allah (c.c.)’ın böyle şeylere zaten ihtiyacı yoktur. Ancak Allah (c.c.) kullarına karşı bu kadar cömert, bu kadar lütuf sahibi olduğu halde, kullarının bir kısmı nankördür, çok şükretmekten uzaktırlar. Şükretmek, müminlerin en önemli özelliklerinden biridir.

Allah (c.c.) müminlere verilenleri zaman zaman hatırlatıyor ve bu hatırlatmanın da onları şükretmeye teşvik olduğunu hissettiriyor. Örneğin, ‘Allah müminleri affeder, bundan dolayı Allah (c.c.) onlara nimetlerini tamamlamak ve onları temizlemek istiyor, onlara zafer veriyor ve güzel rızıklarla rızıklandırıyor, dinlenmek için geceyi ve gündüzü var ediyor’ mealindeki ayetler bunun içindir. Bütün nimetlerin sahibi olan Allah (c.c.) insanlara; “Bana şükredin, nankörlük etmeyin.” “Eğer Allah’a tapıyorsanız, O’na şükredin.” diye emretmekte ve “O (Nûh), çok şükreden bir kul idi.” “İbrahim Allah’ı birleyerek O’na itâat eden bir lider idi, (Allah’a) ortak koşanlardan değildi.” peygamberlerin şükredenlerden olduğu övülmektedir.

Aşağıdaki âyet-i kerimeler de dinin özünün şükür olduğunu, bunun için şükretmeyen kimsenin gerçek bir mümin olamayacağını bildirmektedir: “Allah sizi annelerinizin karnından çıkardığı zaman hiçbir şey bilmiyordunuz. Size işitme (duyusu), gözler ve gönüller verdi ki şükredesiniz.”

“Siz Allah’tan başka bir takım putlara tapıyorsunuz, yalan uydurup onlara tanrı, şefâatçi diyorsunuz. Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, size rızık vermezler. Siz rızkı Allah’ın yanında arayın, O’na tapın ve O’na şükredin. Hepiniz (sonunda) O’na döndürüleceksiniz.” “Allah (c.c.), şükredenleri mükâfâtlandıracaktır.”

“Şüphesiz bunda şükreden herkes için âyetler (ibret veren işaretler) vardır.” “Ve Rabbiniz size şöyle bildirmişti: And olsun şükredersiniz, elbette size (nimetimi) artırırım ve nankörlük ederseniz azâbım pek çetindir.” 

Ayette imanın eş anlamlısı olarak kullanılan şükrün, nimetin artmasına; karşıtı olan küfrün yani nankörlüğün de nimetin elden çıkmasına, kulun bundan dolayı cezalandırılmasına sebep olduğu vurgulanmıştır. Şükrün öneminden dolayı bizzat Allah (c.c.) “Şakir” olarak nitelenmiştir. Böylece kendi ismini ve vasfını kullarına da vermiştir. “Şükrederseniz, sizin için ona razı olur.” âyetinde belirtildiği gibi, kulu için ancak şükre razı olacağını fakat “Benim şükreden kullarım azdır.” âyetiyle de şükreden kulların az olduğunu bildirmiştir.

Rabbinin şükreden kulları arasında bulunmak için bazen ayakları şişinceye kadar namaz kılan Peygamber (s.a.v.) : ‘Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamış iken böyle mi yapıyorsun ?’ diyenlere: “Şükreden bir kul olmayayım mı ?” demiştir. Hz. Muaz (r.a.)’a her namazın ardından, “Allah’ım, seni zikretmek, sana şükretmek ve güzel ibadet etmek için bana yardım eyle!” diye dua etmesini emretmiştir.

Şükür, Kulu Bir Deneme Aracıdır İnsana sayısız nimetler verilmesinin nedeni, onun şükreden bir kul mu yoksa nankörlük eden bir kul mu olduğunu denemek içindir. Kur’an-ı Kerim bunu Hz. Süleyman (a.s.) ile ilgili bir olayda şöyle haber veriyor: “Yanında kitaptan bir ilim olan biri, dedi ki; ‘Ben (gözünü açıp kapamadan) onu (kraliçenin tahtını) sana getirebilirim. Derken (Süleyman) onu (tahtı) kendi yanında durur halde görünce dedi ki: ‘Bu Rabbimin fazlındandır.

O’na şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemektedir…”

İnsan, şükretmek veya nankörlük etmek noktasında denenmektedir. Allah (c.c.) müminleri zaman zaman ‘sabır ve şükür’ ile sınava tabi tutar. Kimi zaman darlıkla, kimi zaman varlıkla, bazen felaketlerle bazen de zaferlerle dener. Kendini yeterince tanımaları için nimet verdiğini hatırlatır.

Bazen bolluk verir, bazen de bolluktan sonra darlık verir. Başlarına sıkıntı gelir, bazı şeylerden yoksun kalırlar veya insanlardan çeşitli eziyetler görürler.

Mümin insan her türlü zorluğa ve denemeye sabreder, her türlü nimete ise hamd eder veya şükreder. Ayette açıkça bildirildiğine göre şükür, nimetin artmasına, nankörlük de onun elden çıkmasına neden olur. Bir görüşe göre, nimeti gizlemek, söylememek nimete nankörlük; nimeti göstermek ve söylemek de nimete şükürdür.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu hadisi de bu anlama gelir: “Allah bir kuluna nimet verince kulunun üstünde o nimetin izini görmek ister.” Nitekim yüce Allah (c.c.) da peygamberine: “Hayır, artık (yalnızca) Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” buyurmuştur. Müminin yaşamı sabır ile şükür anlayışı arasında geçmelidir. Allah (c.c.)’ın verdiği nimetler sayılamayacak kadar çoktur.

Bu nimetlerin sahibine şükür, insanlık borcudur, yaratılışın gereğidir. Şükür borcu iman ettikten sonra, bütün bir ömrü Allah (c.c.)’ın istediği gibi yaşamakla, nimet sahibinin rızası doğrultusunda yaşamakla yerine getirilir. Bir nimete kavuşulduğu veya kişiyi sevindirecek bir hayır ona ulaştığı zaman, ‘şükür secdesi’ yapmak müstehaptır.

         Şükür ile Hamd Arasındaki İlişki

Hamd, isteyerek yapılan bir iyiliğe karşı, iyilik yapana bir teşekkür ve bir övgüdür. Hamd etmenin özelliği, bir iyiliğe karşı yapılmasıdır. Hamd ile iyilikte bulunan hem övülür, hem de ona karşı minnettarlık duyulur, teşekkür edilir. ‘Şükür’ de böyledir. Ancak şükür yapılmış olan bir iyiliğe karşı söz veya fiil ile yerine getirilen bir övgü ve şükran duygusudur.

Bu bakımdan hamd genel olarak şükürden daha geniş kapsamlıdır. Hamd, nimete kavuşmanın veya gelecek olan bir nimetin sevincini, huzurunu duyup, nimet sahibine övgüde bulunmaktır. Şükür ise insana gelip ulaşmış bir nimete karşı bir teşekkürdür.

Hadis-i şerifte: “Hamd, şükrün başıdır. Allah’a (c.c.) hamd etmeyen, O’na şükretmemiştir.” buyurulmuştur. Şükür, çeşitleri ve sebepleri açısından hamd’den geneldir. Hamd ise ilgili olduğu şeyler bakımından şükürden genel, sebepleri bakımından şükürden özeldir. Yani şükür saygı olarak kalb ile, övgü olarak dil ile, ibadet ve iteat olarak uzuvlar ile yapılır. Şükrün ilişkili olduğu şeyler nimetlerdir.

Şükür sıfatlarla ilişkili değildir. Sıfatlarından dolayı Allah (c.c.)’a şükredilemez. Bu sıfatları övülür. Bunlar şükrün değil, hamdin konusu olur. Bu sıfatlardan dolayı Allah (c.c.)’a hamd edildiği gibi, ihsanından ve adaletinden dolayı da Allah (c.c.)’a hamd edilir. Oysa şükür yalnız ihsanına ve nimetlerine ilişkindir. Şükrün ilişkin olduğu şeye hamd de ilişkindir. Ama hamd’in ilişkin olduğu her şeye şükür ilişkin değildir.

Bundan dolayı hamd’in ilişkileri şükürden çoktur. Öte yandan hamd edilen her vasıta ile de şükür yapılır, fakat şükredilen her vasıta ile hamd edilmez. Çünkü hamd kalp ve dil ile olur, uzuvlar ile olmaz. Ama şükür her üçüyle de olur. Bunda dolayı şükrün vasıtaları, hamd’in vasıtalarından çoktur.

Burada her nefeste Allah (c.c.)’a hamd ve şükretmenin gereğini belirtmek üzere Şeyh Sa’di’nin, Gülistan isimli eserinin giriş kısmında şöyle denilmektedir: ‘Hamd o Yüce Allah’a mahsustur ki O’na ibadet, yakınlığına sebep olur. O’na şükür de nimetin artmasına vesiledir.’ ‘İnsanın içine giden bir nefes, hayatı uzatır. Dışarı çıkan her nefes, canı ferahlandırır. (Çünkü vücutta biriken zehirli gazı dışarı atar) Öyle ise her nefes içinde bir nimet vardır.

Her nimet de bir şükrü gerektirir.’ ‘Hangi kulun elinden ve dilinden gelir ki, O Yüce Mevla’ya gereği gibi teşekkür görevini yerine getirebilsin?’ ‘O kul iyidir ki, Allah’ın nimetlerine karşı şükürde kusurundan ötürü o Yüce Mevla’ya özür getirir. Yoksa hiç kimse Allah’a gerektiği gibi şükür ve kulluk görevini yerine getiremez.’ Şeyh Sa’di’nin gayet lirik olarak belirttiği gibi, Allah (c.c.)’ın kul üzerindeki nimetleri sayısızdır.

“Şayet Allah’ın nimetini saysanız, baş edemezsiniz.” Her nimete bir teşekkür gerekir. Bu kadar nimetin şükrünü kim yapabilir? Onun için ayetin sonunda: “İnsan cidden çok haksız ve nankördür!” buyurulmaktadır. İnsan yoksulluk içinde yaşasa bile yine de Allah (c.c.)’ın sayısız nimetleri içindedir. Eğer sağlık içinde yaşıyor, sağlıkla nefes alıp veriyorsa bu yeryüzünün krallığına bedel bir nimettir.

Döneminde cihan padişahı olan Kanûni Sultan Süleyman, bir nefes sağlığı, cihan padişahlığından üstün tutmuştur: ‘Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.’ Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Şükrü : Peygamberimiz (s.a.v.), felaket ve musibetlere karşı sabrederken, bir lütuf ve nimete kavuştuğu zaman da şükrederdi. Zaten onun her hali şükür üzerineydi. Hiçbir problemden dolayı şikâyet ettiği , insanlara dert yandığı görülmemişti.

Çok ağır hastalıklara yakalandığında bile şükür içinde bulunurdu. Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: ‘Rasûlullah (s.a.v.) bir gün hastalandı. Yatağının içinde dönmeye başladı. Ben kendisine, ‘Eğer bu hastalık içimizden birisine gelseydi, çok şikâyet ederdik’ dedim. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem şöyle buyurdu: “Şunu unutma ki, müminler bir takım sıkıntılarla karşı karşıya gelirler. Ayağına bir diken batan veya bedenine bir ağrı giren müminin başına gelen bu sıkıntı dolayısıyla Allah bir günahını affeder ve âhiretteki makamını bir derece yükseltir.” Peygamberimiz (s.a.v.) en dayanılmaz musibetlere uğradığı gibi en büyük ve yüce nimetlere de kavuşmuştu.

Cenâb-ı Hak kendisini alemlere rahmet olarak göndermiş, kâinatın Efendisi yapmış, bütün peygamberlere sultan, evliyaya rehber, müminlere eşsiz bir örnek kılmıştır. Kendisine muhatap seçerek yüce kelâmını ona vahyetmiş, kısa zamanda davasında başarılı kılarak düşmanlarına galip getirmiş, yaymaya çalıştığı hak dini dünyaya yayılmış, kıyamete kadar hükmünü geçerli kılmıştır. Bunun gibi daha sayamayacağımız pek çok nimete kavuşturmuştur.

Cenâb-ı Hak, Peygamberimiz (s.a.v.)’i bütün günah ve kusurlardan temiz ve uzak olarak yaratmıştır. Geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır. Böyle olduğu halde, Peygamberimiz (s.a.v.) sürekli şükür içinde bulunurdu. Bir gece sabaha kadar namaz kılmış, gözyaşı dökmüştü. Peygamberimiz (s.a.v.)’i bu halde gören sevgili hanımı Hz. Aişe (r.a.): ‘Ya Rasûlallah, niçin kendinizi bu kadar yoruyorsunuz? Geçmiş ve gelecek günahlarınız -yok ya- affedilmedi mi?’ deyince, Peygamberimiz (s.a.v.) şu karşılığı verdi: “Ya Âişe, Allah’a şükredici bir kul olmayayım mı?” Evet O, Allah (c.c.)’a gerçek anlamda şükreden yüce bir insandı.

Sevinçli bir haber duyduğu zaman hemen şükür secdesine varır, Rabbine olan minnetini bildirirdi. Dünyada iken Cennetle müjdelenen Hz. Abdurrahman bin Avf anlatıyor: ‘Bir seferinde Rasûlullah (s.a.v.) odasına doğru gitti ve içeri girer girmez kıbleye karşı dönüp secdeye vardı. Secdeyi o kadar uzattı ki, Allah (c.c.) secdede ruhunu aldı sandım. Hemen yanına yaklaşıp oturdum. Başını kaldırdı. “Kimsin?” dedi. - Abdurrahman, dedim. “Ne var?” - Ey Allah’ın Rasûlü, öyle bir secde yaptınız ki, Allah’ın secdede ruhunuzu almış olmasından korktum, dedim. Rasûl-i Ekrem şöyle konuştu. “Cebrail bana gelerek Allah’ın şöyle buyurduğunu müjdeledi: “Kim sana salât ve selâm getirirse, ben ona rahmet ederim’, bunun üzerine ben de Allah’a şükür secdesinde bulundum.”

Peygamberimiz (s.a.v.) hasta veya sakat birisini görünce Allah (c.c.)’ın kendisine ihsan etmiş olduğu sağlık için şükrünü dile getirmek üzere yine secdeye varırdı. Abdullah bin Ömer (r.a.)’in anlattığına göre, Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün yatalak bir hastaya uğradı. Onun halini görünce hemen bineğinden indi, Allah (c.c.) için secde etti.

Hz. Ömer (r.a.) de aynı şekilde secdeye kapandı. Peygamberimiz (s.a.v.)’in mübarek dilinden “Elhamdulillah” zikri hiç düşmezdi. Bu kelime tam anlamıyla Allah (c.c.)’ın ihsan ettiği nimetlere şükrün bir ifadesiydi. Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: ‘Rasûlullah yakınlarından birisini orduya katarak savaşa gönderdi ve şöyle dua etti: “Allah’ım eğer onları sağ salim olarak döndürürsen Sana gereği gibi şükretmek bana borç olsun.” buyurdu. Bunun üzerine ben ‘Ya Rasûlallah, siz, eğer onları sağ salim döndürürse Allah’a gerektiği üzere şükretmek bana bir borç olsun, dememiş miydiniz?’ dedim. Buyurdu : “Allah’a hamd olsun” anlamına gelen “Elhamdulillah” kelimesi Allah (c.c.)’a şükrün tam bir ifadesi sayılıyordu.  

               Şükür Nasıl Yapılır?

Kur’an-ı Kerim’e göre müminler Allah (c.c.)’a üç şekilde şükrederler: 1. Dil İle Şükür Nimeti vereni anmak, O’nu övmek, O’nun nimet sahibi olduğuna iman etmekle ve bunu Tevhid kelimesiyle ilan etmekle olur. Bu bildirim, sıradan bir teşekkür ifadesi değil, dil ile ‘şehadet’ getirmek, dil ile doğru sözlü olmak, dil ile Kur’an’ı tasdik etmek, dil ile İslâm’ı anlatmak, Kur’an okumak, dil ile Allah (c.c.)’ı çokça zikretmek ve buna benzer dil ile ilgili kulluk görevlerini yapmakla yerine getirilir. 2. Kalp İle Şükür İmanı kalbe yerleştirdikten sonra, nimetlerin sahibinin Allah (c.c.) olduğunu kalp ile tasdik etmek, vahiy ile gelen şeyleri kabul etmek ve kalbe Allah (c.c.)’tan başka hiç kimsenin korkusunu ve sevgisini koymamaktır. 3. Fiil (eylem) ile Şükür Bedenin organlarıyla, nimet verene itaat etmek ve O’nun yüce emirlerini yerine getirmektir. Kısaca İslâm’ı her bakımdan yaşamaya çalışmaktır.

Çünkü nimet vereni bilip O’nu övmek, bir anlamda O’ndan gelen her şeyi kabul etmektir. Kuşkusuz yalnızca dil ile ‘Allah’ım sana şükürler olsun’ demek şükür için yeterli olmaz. Fiil ile şükür, Allah (c.c.)’a hakkıyla kullukla beraber aynı zamanda Allah (c.c.)’ın verdiği nimetlerden Allah (c.c.)’ın diğer kullarını da yararlandırmaktır. Hayat bir nimettir.

Hayatın sürekliliğini sağlayan her şey birer nimettir. Allah (c.c.)’ın zatını idrak etmek bir nimettir. İman ise bir insan için en büyük nimettir. Allah (c.c.)’ın bir kuluna iman nasip etmesi, ona olan nimetini tamamlaması demektir. Şükrün başı Allah (c.c.)’ı bilmektir. Allah (c.c.)’ı Rab olarak bilen, O’nun nimet verdiğinin bilincinde olan bir kimse de O’nu sevmeye başlar. Allah (c.c.)’ı seven O’na ibadet eder, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayarak O’nun nimet verici olduğunu itiraf eder.

Kul bu bilinçle eşi ve benzeri olmayan bir Rabbin önünde kulluk yaptığının, bir büyük lezzetle tanıştığının farkında olur. Bu nedenle Tevhid, yani Allah (c.c.)’ı hakkıyla birlemek şükrün doruk noktasıdır. Müminler, yaşamın ve ölümün, insanın emrine verilen her şeyin bir deneme sebebi olduğunun bilincindedirler. Böylece şükrün gereğini yerine getirirler. Allah’ın Şakir ve Şekûr Olması Kulun Allah (c.c.)’a şükretmesi, O’nun verdiği nimetleri bilmesi ve bunu bizzat kulluk yaparak, Allah (c.c.)’a iteat ederek yerine getirmesi şeklinde görülür. Ancak Allah (c.c.)’ın Şakir veya Şekûr olması böyle değildir. Allah (c.c.) hakkında kullanılan Şakir ve Şekûr kelimelerinin yalnız değil de ‘Gafur, Halim ve Alim’ sıfatlarıyla birlikte gelmeleri dikkat çekmektedir.

Şakir, sözlükte şükreden anlamına gelmekle beraber Allah (c.c.) hakkında kullanıldığı zaman, şükrün karşılığını, şükreden kimseyi bilip ona hak ettiği karşılığı veren demek olur. Bunun için Kur’an-ı Kerim’de iki ayette ve Alim sıfatıyla birlikte geçmektedir. Bunun Alim sıfatıyla birlikte kullanılması, bu ismin yanlış anlaşılmasını önlemekte, kulun yaptığı şükrün Allah (c.c.) tarafından bilinip karşılığının verileceği açıkça bildirilmiş olmaktadır. “Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size ne diye azap etsin? Allah, Şakir’dir. (şükrün karşılığını verendir), Alim’dir. (bilendir).” Allah (c.c.) Şekûr’dur. Yani kullarının az amellerine karşı çok karşılık verendir, ecirlerini kat kat artırandır.

Kullarından gelen az bir şükre razı olması da Allah (c.c.)’ın Şekûr olmasının bir sonucudur. Allah (c.c.) kullarından gelen az şükre razı olarak onları daha çok şükre teşvik etmekte, az da olsa şükrü küçümsemeyip bu görevi yapmalarını istemektedir. Allah (c.c.) kullarının ecirlerini noksansız öder ve kendi fazlından onların ecirlerini daha da artırır. Çünkü O bağışlayandır ve Şekûr’dur. (şükrü kabul edendir)