CÖMERTLİK
‘Cömertlik’, sehavet ve eli açık olmak demektir. Sehavet sahibi kimseye ‘Sahi’ (cömert, eli açık) denir. Sehavet, ‘Cûd’ kelimesi ile de eş anlamlıdır. Bunların karşıtı ise tama’, cimrilik ve hırs’tır. Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: ‘Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Sehâvet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır.
Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Câhil sehâvet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever.” Cömertliğin en ileri derecede bir seviyesi vardır ki, buna ‘İsâr’ denir. İsâr’ın karşıtı da ‘Şuhh’tur ki, başkasının malına göz dikmek ve başkasının elinde bulunan mal ve nimetlerin kendisine geçmesini istemektir. Yüce Allah: “Kendilerine verdiklerimizden başkalarına yardım için infak ederler.” “Sevdiğiniz ( mallardan) (Allah uğrunda) harcamadıkça hayra, sevaba nail olamazsınız. Her ne harcarsanız Allah onu hakkiyle bilir.” Ayetleriyle sevdikleri malı hiç karşılık beklemeden, yalnızca Allah (c.c.) rızası için yoksullara, yetimlere, tutsaklara veren kimseleri övmüş; cimrilik edenleri de şiddetle uyarmıştır: “Allah’ın kereminden, kendilerine verdiğine cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlar.
Hayır o, kendileri için şerlidir. Cimrilik ettikleri şeyler, kıyâmet günü boyunlarına dolandırılacaktır.” buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.) de: “Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse konuğuna ikram etsin!” buyurmuş ve dualarında cimrilikten, korkaklıktan Allah (c.c.)’a sığınmış, cimrilikten daha zararlı bir hastalık olmadığını; cimriliğin ve kötü ahlâkın mümin bir insanda kesinlikle bulunmayacağını; Allah (c.c.) katında cömert câhilin, cimri abidden daha değerli olduğunu bildirmiştir. Yine Peygamber (s.a.v.) buyurdu: İbnu'l-Müseyyeb (r.a.)'den rivayet edildiğine göre demiştir ki: “Allah Teâlâ münezzehtir, (halde ve sözde) nezîh olanı sever; naziftir, nezâfeti sever; kerîmdir, keremi sever; cömerttir, cömertliği sever.” Cömertliğin üç derecesi vardır:
1) Birincisi, vermek ile malın eksilmeyeceği, kolayca verilebilecek şeyi vermektir ki, vermenin bu mertebesine ‘sehâ’ denilir.
2) İkincisi, malın çoğunu verip kendisine az bir miktar bırakmak, ya da verdiği kadar da kendisine bırakmaktır. Buna da ‘cûd’ denilir.
3) Üçüncüsü, kendisinin ihtiyacı varken, malı veya muhtaç olduğu her hangi bir şeyi başkasına vermektir ki buna “isâr” denilmiştir. Bunun tersi “eşere”dir. Eşere, muhtaç olduğu şeyde, kendisini başkasına yeğlemektir. Kur’an-ı Kerim’de îsâr’ın karşıtı, şuhh’tur. Yüce Allah: “(Medine’yi yurt edinmiş Müslümanlar) ihtiyaçları olsa bile, (göçmen kardeşlerini) kendi canlarına tercih ederler. Kim nefsinin şuhhundan (cimriliğinden) korunursa işte onlar başarıya erenlerdir.” buyurmuştur. Bahil (cimri), şuhh faktörüne uyan kimseye denilir. Mu’sir de cevap (cömertlik) faktörüne icabet edendir. Başkasının malında gözü olmayan da sahi’dir.
Başkasının malında gözü olmama şeklindeki bu sehâ, sadece verme sehâ’sından üstündür. Kulun elindeki malı fazla değilse var olana kanaat etmeli, fazla hırslı olmamalıdır. Eğer zengin ise hali, sehâ ile isâr arasında bulunmalı, iyilik etmeli, cimrilikten uzak durmalıdır.
Peygamber (s.a.v.) cimrilikten Allah’a sığınmış: “Allah’ım cimrilikten Sana sığınırım, korkaklıktan Sana sığınırım; perişan ömre itilmekten (elden ayaktan düşmekten) Sana sığınırım.” demiştir.
Kays İbn Sa’d İbn Ubâde (r.a) ünlü cömertlerden idi. Bir kez hastalandı, dostları kendisini ziyaret etmekte yavaş davrandılar. Bunun sebebini sordu. ‘Sana borçlu olduklarından gelmeye utanıyorlar’ dediler. ‘Dostların birbirini ziyaretlerine engel olan mal, yerin dibine batsın’ Dedi. Sonra birinin, ‘Kim Kays’a borçlu ise borcu kaldırılmıştır, kendisine helâl olsun’ diye bağırmasını emretti. Akşam olmadan kendisini ziyarete gelenlerin çokluğundan kapısının eşiği aşındı. Bir gün kendisine, senden daha cömert birini gördün mü? dediler. - Evet dedi, çölde bir kadının çadırına konuk olduk. Kocası geldi, kadın: - İki konuğun var, dedi. Adam bir deve getirip boğazladı ve onlara yedirdi. - Nasılsınız? Dedi. Ertesi gün başka bir deve getirip boğazladı. Biz dedik ki: - Dün kestiğinden az bir miktar yiyebildik, gerisi duruyor, bunu niye kestin? - Ben konuklarıma bayat et yedirmem, dedi. Yanında iki, üç gün kaldık. O her gün yağan yağmurun altında böyle yaptı.
Gideceğimiz zaman evine yüz dinar koyduk ve hanımına: - Bizim için kendisine özür dile ve teşekkürlerimizi bildir, dedik ve gittik. Gün ağarırken arkamızdan bir adamın: - Durun, ey aşağılık yolcular! Bana ağırlamanın karşılığını mı verdiniz!? Diye seslendiğini duyduk. Geldi ve bize: - Ya bu parayı alırsınız, ya da sizi mızrağımla delerim, dedi. Parayı aldık, o da geriye döndü. İmam Gazzâli diyor ki, ‘mal ve hikmet, başkası için yaratılmıştır. Bu da, insanların ihtiyaçlarını görmesidir. Malın yaratıldığı amaç için harcanması da, harcanmaması da mümkündür. Keza malı gereği olmayan yere harcamak da gerekli yere harcamak da mümkündür. Malı adaletle harcamak, onu korunması gereken yerde korumak, harcanması gereken yerde harcamaktır.
Harcanması gereken yerde malı harcamamak cimrilik, harcanmaması gereken yerde harcamak da tebzir, yani saçıp savurma ve israftır. Bu ikisi arasında orta bir makam vardır ki bu mahmud (güzel) makamdır. Bu makam ancak seha makamı olabilir. Çünkü Peygamber (s.a.v)’e seha emredilmiştir. “Ellerini boynuna bağlanmış yapma, tamamen de açma, sonra kınanır, hasret içinde kalırsın.” “Harcadıkları zaman ne israf ederler, ne de cimrilik ederler. Harcamaları bu ikisinin arasında dengeli olur.”
Cömertlik, israf ile cimrilik, saçıp savurma ile tutma arsında olan denge yani harcamayı ve tutmayı gereğine göre yapmaktır. Ancak harcarken tam gönül rızası olmadıkça sadece el ile vermek, cömertlik için yeterli değildir. Gönlü razı olmadan eliyle veren sahi değil, müstesahhi (zoraki sahi)dir. Cömert olmak için verdiğinin içinde asla gözü olmaması, malı yerine harcarken kalbin mal ile hiç ilgilenmemesi, onu hiç düşünmemesi gerekir. Kuşeyrî ve İbn el-Cevziyye, cûd’u yani cömertliği on dereceye ayırıyorlar.
Bu dereceler şöyledir: 1. Kendi nefsini verme cömertliğidir. Bu, cömertliğin en yüksek derecesidir. İnsan sevdiğinin uğrunda canını verir. Vatanı için, çocukları için, dini için canını feda edenler herkes tarafından tebrik ve takdir edilir. 2. Başkanlığı verme, sevdiği uğrunda, baş, başkan olmaktan vazgeçmektir. 3. Rahatını, huzur ve refahını vermektir. Sevdiği uğrunda güçlüklere katlanmaktır. 4. Bilgisini verme cömertliğidir. Bu da yüksek bir cömertlik derecesidir. Çünkü ilim, maldan daha değerlidir. Bildiklerini başkalarına öğreten, kendisi gibi insanlar yetiştiren kimse, cömert olduğu gibi, başkalarına yardımcı olan ve kıskanç olmayan bir şahsiyettir. Kendisinin toplum içinde tek bilgin kişi olma bencilliğinden kurtulmuştur. Verilen bilgi ilmin zekâtıdır. 5. Mevkiin sağladığı yararı vermektir. Hak rızası için birine yardım etmek, birisinin devlet kurumunda meşru olan işinin görülmesine yardımcı olmak gibi. Yapılan bu tür yardım da mevkiin zekâtı sayılır.
Ancak bu iltimas ve rüşvet sınırına girmemek şartıyla olur. 6. Bedenin yararını vermedir. Birisine bedenen yardım etmek, taşırken zorluk çektiği çantasını, yükünü taşımak, hastaların, yaşlıların veya çocukların taşıtlara binmelerine yardımcı olmak gibi. Tatlı dil ile gönül alma da bedensel yararı verme cömertliği içinde değerlendirilir. 7. Kendisinin şahsına, kişiliğine saldırıda bulunanları bağışlama cömertliğidir. Sahâbilerden Ebu Damdam, her sabah şöyle dermiş: “Allah’ım, malım yok ki sadaka vereyim. Onun için şahsımı insanlara sadaka verdim. Her kim bana saldırıda bulunmuş, söz ile iftira etmiş ise hakkım ona helal olsun.” O’nun hakkında Peygamber (s.a.v.): “Hanginiz Ebu Damdam gibi olabilirsiniz?” buyurmuştur. 8. Yapılanlara sabır, tahammül etme, göz yumma cömertliğidir. Çok güzel sonuçlar veren bu cömertlik, fütüvvet cömertliğidir. Kur’an-ı Kerim insanları bu cömertliğe teşvik etmiştir: “Kötülüğün cezası yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, barışırsa onun mükâfatını Allah verir. Doğrusu O zalimleri sevmez.” 9. Güzel huyluluk, güler yüzlülük ve şen olma cömertliğidir. Bu, yapılan kötülüğe tahammül ve onu af cömertliğinden daha üstündür. Bu, sahibini, gündüzleri sürekli oruç tutan, geceleri sürekli namaz kılan abidin derecesine yükseltir. Peygamber (s.a.v.): “Hiçbir iyiliği küçük görme, kardeşini güler yüzle karşılaman dahi iyiliktir.” Buyurmuştur. 10. İnsanların elinde bulunan şeyleri onlara bırakma cömertliği: kalben onlara takılmama, onlarla ne davranışla, ne de sözle ilgilenmemektir. Bu cömertlik derecelerinden her birinin kalpte özel bir etkisi vardır. Allah (c.c.), cömertlere, verdiklerinden fazlasını vermeyi, cimrinin de malını yok edeceğini bildirmiştir. Allah (c.c.) cömert kullarının yardımcısıdır. Peygamber (s.a.v.) buyurdu: “İmrenmek gerekirse iki kişiye imrenilebilir: Biri Allah (c.c.)’ın kendisine verdiği serveti kendi eliyle Hak yolunda harcayana; diğeri Rabbinin kendisine verdiği ilimle amel eden ve başkalarına da öğreten kişiye.” Bu hadis-i şeriften anlaşıldığına göre cömertlik, malını hayır ve hak yolunda harcamaktır. Boşuna israf veya harcama cömertlik değildir. Şu husus da unutulmamalıdır ki, yaşamı boyunca mal ve mülk toplayıp ölümünden sonra bağışlanması için vasiyette bulunmak, cömertlik sayılmaz. Malını elinde iken bağışlayacaksın ki, cömertliğin anlaşılsın ve sevabı sana gelsin. Bütün yaşamını cimrilikle geçiren servet ve para sahipleri, elinden mal çıktıktan sonra, keşke varlık zamanımda iyi yollara ve iyi işlere harcasaydım, diye pişman olurlar.
Cömertlik, ticaretle uğraşsın veya uğraşmasın zengin olan, mali durumu iyi olan Müslümanların ahlâkı olmalıdır. Çünkü zenginlerin mallarında yoksulların haklarının olduğu bir Kur’an ifadesidir. Onun için Müslüman zenginler, olabildiğince cömert olmalı ve saçıp savurma ve israf etme noktasına varmamak kaydıyla cömert davranmalı ve fakirleri, öğrencileri, Allah (c.c.) yolunda cihad edenleri, yolda kalanları sürekli olarak yardımlarıyla desteklemelidirler.
Bunu yapmadıkları taktirde, biriktirdikleri ve kendi ölümlerinden sonra mirasçılarının nasıl kullanacaklarını bilmedikleri mallarının mülklerinin hesabını vermek üzerlerinde kalacaktır.