CİHAD ÖLÜMSÜZLÜK REÇETESİDİR
Canını Allah yolunda feda ederek şehid düşen Müslümanların bizim anladığımız anlamda ölmedikleri bir gerçektir. Bunu açıklayan hem birçok ayet, hem birçok hadis-i şerif, hem de sayısız tarihî hadiseler vardır. Mesela; Osmanlı beylerinden ve ilk akıncılarından olan Süleyman Şah, Murad Hüdavendigâr’ın ağabeyidir ve babasından sonra hükümdarlık da kendisine kalacaktır. Fakat o, devamlı sûrette Avrupa’ya, Bizans’ın iç bölgelerine doğru akınlar tertip ediyordu.
Çanakkale’den sallarla karşıya geçmesini becerebilmiş, Gelibolu’yu hâkimiyeti altına almış ve Bolayır’a kadar ilerlemişti. Herkes O’nun hükümdar olacağını ve bir gün milletinin başına geçeceğini düşünüyordu. Ancak O, ötelerden gelen bir müjdeyi vicdanında duymuş gibi bir gün akıncı beylerini topladı ve şöyle dedi: ‘Şayet ben bugün ölürsem, ölümümü duyan Bizanslılar, bundan yararlanmaya kalkacak ve aldığımız yerlere yeniden hücum edeceklerdir. Size vasiyetim, cenazemin başında toplanıp el ele tutuşunuz, Allah’a ve Rasûlü’ne sığınarak düşmana saldırınız! Sakın, cihaddan geri durmayasınız!’ Ertesi gün bir yerde, atının ayağı köstebek çukuruna girer ve mübarek şehid adayı, atından baş aşağı düşerek şehid olur. Dedikleri, aynen çıkmıştır. Beyler, onun başında toplanır ve el ele vererek düşmana hücum ederler ve tabii Bizans askerleri de bozguna uğrar ve kaçarlar. Daha sonra ise onlar İslâm ordusuna şunları söyleyeceklerdir: ‘Her defasında önünüzde koşan o levent ve civanmert delikanlı var ya, siz bize hücum ettiğinizde o, yeşil bir sarıkla yine sizin önünüzdeydi ve yalın-kılıç bize hücum ediyordu.’ Bunun anlamı şuydu: Nasıl Mus’ab (r.a.) şehit olduktan sonra Allah (c.c.), Mus’ab’ın yerine bir melek koyup savaştırmıştı; nasıl Hz. Hamza (r.a.) Efendimizin büyük kavgasını kıyamete kadar devam ettiriyordu; aynen öyle de, Batı’nın (Avrupa’nın) ortalarına doğru Rasûl-i Ekrem’in adını götürmek isteyen Süleyman Şah da vefat edince, Allah (c.c.), O’nun hizmetini de devam ettiriyordu. Çünkü, Kur’an’ın ifadesiyle şehidler ölmez. Bunu, Çanakkale savaşlarında İngiliz ordusunun komutanı Hamilton da ifade etmektedir: ‘Biz’ der, Hamilton, ‘Çanakkale’de sizin süngülerinizden, mavzerlerinizden kaçmıyorduk. Sizin önünüzde, tanımadığımız, kendilerine top-tüfek işlemeyen yeşil sarıklı leventler vardı ki, biz onlardan kaçıyorduk.’
Hamilton’un anlattığı leventler, ‘ervâh-ı şühedâ’ (şehitlerin ruhları) idi, onlar ki, ölümsüzlüğe erdiklerinden her zaman hayattadırlar.
Mümin izzetle ölmeyi kabul ettikten sonra, onun izzeti kıyamete kadar devam edecek ve o mensup bulunduğu dini adına hep bir şeref sancağı gibi dalgalanıp duracaktır. Böyle bir ölüm ise, ancak hayatı basit görerek ölümün yüzüne gülen er oğlu erlere nasip olacaktır. Cihadı ancak onlar, yani, doğuştan havarî olanlar yapar. Ve onlar, sadece bir milletin iftihar anlayışına da sığmazlar; bütün bir İslâm âleminin gönlü onlara ebedî makber olur...
Cenâb-ı Hakk: “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Zira onlar, aslında diridirler; fakat siz anlayamazsınız.” [36] Buyuruyor.
Gözden perde kalkıp ‘gayb’ müşahede edilebilse, şehitlerin öbür âlemde nasıl nimetler içinde oldukları görülebilecektir. Ruhlarıyla temasa geçilip kendileriyle konuşulabilse, onların ‘diriler’ için ağladıklarına şahid olunacaktır. Biz şehitlerin arkasından ağlar, geride bıraktıkları yetimleri için gözyaşı dökeriz; onlar ise, geriye dönüp dünyadakilerin perişan hallerine ağlarlar. Dünyanın bir put haline getirilişine, rahat ve rehavet içinde çeşitli sefaletlerle geçirilen hayata, İslâm için cihad edilmeyişine, ‘emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker’ yapılmayışına, kapkaranlık geçen gecelere, gözyaşından habersiz seccadelere ve İslâm’ın derdiyle iki büklüm olunmayışına ağlarlar. Esasen Rab’le münasebet içerisinde, her anı ayrı bir huzur ve saadet dolu bir hayat yaşayan da onlardır. Bizim yaşadığımız şu hayat, onların hayatına nispeten cehennemî bir hayattan farkı yoktur. Bizi Rabbimizden uzaklaştıran şeytanın, Onunla bizim aramıza girmesine sebep olan şu hayat, hakikaten ağlanacak bir hayattır ve katlanmak çok zordur bu hayata. Ne acı ki biz, bu hayatı yaşıyoruz, hem de severek ve isteyerek yaşıyoruz! [37]
[36] Bakara sûresi, 2/154.
[37] İ’lay-ı Kelimetullah veya Cihad, F. Gülen.