AYETULLAH HUMEYNÎ
Ayetullah Humeynî, 23 Eylül 1902 tarihinde İran’ın Kum şehrinin güney batısındaki Humeyn kasabasında doğdu. İmam Musa Kâzım soyundan gelen ataları, 18. yüzyılın sonlarına doğru Nişabur’dan ayrılarak Hindistan’ın Leknev bölgesindeki Kintur kasabasına yerleşmişlerdir.
Humeynî yedi yaşında hıfzını tamamladıktan sonra Arapça dersleri aldı. Ağabeyi Seyyid Murtazâ’nın desteğiyle tahsilini ilerletmek üzere 1921’de o sırada önemli bir ilim ve eğitim merkezi olan Erâk (Sultanâbâd) şehrine gitti. Humeynî’nin Erâk’a varmasından yaklaşık bir yıl sonra Şiî ulemâsının önde gelen isimlerinden Âyetullah Abdülkerîm Hâirî’nin Erâk’tan ayrılarak Kum’a yerleşmesi ve burada dinî eğitim kurumlarına ihya etmesiyle Kum âdeta İran’ın manevî başşehri olma yoluna girdi. Bunun üzerine 1922’de Kum’a giden Humeynî asıl terbiyesini aldı ve kişiliğini de burada kazandı.
1930’larda Humeynî’nin herhangi bir siyasî faaliyeti bulunmamakla birlikte Hacı Nurullah İsfahânî, Mirza Sâdık Âga Tebrîzî, Âgazâde Kefâî ve Seyyid Hasan Müderris gibi Pehlevî rejmine karşı olan ulema ile temas halindeydi. Siyasî görüşlerini ilk defa açık bir şekilde 4 Mayıs 1944 tarihinde yazdığı bir yazıda ortaya koydu. ‘Okuyun ve Uygulayın’ başlıklı bu yazısında Humeynî, “De ki: Size bir tek öğüt veriyorum: Allah için ikişer ikişer ve teker teker kıyam edin” [87] Mealindeki ayette geçen “kıyam” kavramını “siyasî direniş” anlamında yorumlayarak özellikle ulema zümresini İran’ın ıslahı için baş kaldırmaya çağırıyordu.
Ocak 1962’de İran Şahının ‘beyaz devrim’ diye adlandırdığı on maddelik bir reform programı ilân etmesi ve ulemanın ısrarına rağmen bu reformdan vazgeçmemesi üzerine Humeynî, 22 Ocak 1963’te şahı ve planlarını reddeden bir protesto yayımladı. Şah iki gün sonra Kum’a gelerek ulema sınıfını tenkit eden bir konuşma yaptı. Humeynî, sekiz önemli âlimin imzasını taşıyan bir bildiriyle şahın programını ithama devam etti. Ayrıca hükümetin politikasını protesto için 21 Mart 1963’teki Nevruz bayramı kutlamalarının iptal edilmesine fetva verdi. Bir gün sonra Humeynî’nin halka konuşma yaptığı Kum’daki Fevziye medreselerine gönderilen paraşütçü komandalar birkaç öğrenciyi öldürüp bazılarını da tutukladılar. Fakat Humeynî rejimi tenkide devam etti. 1 Nisan’da politika dışında kalan bir kısım ulemâ’nın tutumunu ‘zalim rejimle iş birliği’ olarak ilân etti. Humeynî, şahın bir tehdidine karşı onu ‘küçük adam’ diye nitelendirerek aşağıladı. 30 Nisan 1963’te Fevziye medreselerine saldırının kırkıncı günü İran hükümetini Amerika ve İsrail adına İslâm’ı yok etmeye çalışmakla suçladı. İki ay sonra bu mücadele ayaklanmaya dönüştü. Dinî hassasiyetin arttığı Muharrem’in başında sarayın önünde şahı itham eden bir gösteri yapıldı. Aşure günü 3 Haziran 1963 Humeynî, Fevziye medreselerinde şah ile Emevî Halifesi Yezîd arasında paralellik kuran ve şahı uyaran bir konuşma yaptı. Bu ağır konuşmadan iki gün sonra tutuklanarak Tahran’daki Kasr hapishanesi’ne konuldu. Humeynî’nin tutuklandığı haberinin yayılması üzerine Kum, Tahran, Şîraz, Meşhed ve Verâmin’de gösteri yapan kızgın halk tanklarla karşılandı. Üç gün süren ve kanlı biten bu 15 Hurdad (İran takviminde olayların başladığı gün) ayaklanması İran tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten itibaren Amerika’nın desteğiyle güçlenen şah rejiminin baskısı artmaya başladı. Bu durum, rejime meydan okuyan tek şahsiyet olarak Humeynî’nin itibarını güçlendirdiği gibi birçok ulemanın Humeynî tarafından belirlenen radikal hedefler etrafında birleşmesine de sebep oldu.
Humeynî, Kasr hapishanesinde on dokuz gün kaldıktan sonra önce İşretâbâd askeri üssüne, oradan da Tahran’ın Davudiye bölgesinde bir eve götürülerek burada hapsedildi. Çeşitli yerlerde Humeynî’nin serbest bırakılması için gösteriler yapıldı. 7 Nisan 1964’te Humeynî serbest bırakıldı. Üç gün sonra Kum’da, 15 Hurdad’da başlayan hareketin sürdürüleceğini ilân ederek hakkında çıkarılan uzlaşma rivayetlerini yalanlamış oldu.
1964 sonbaharında Amerikalılar’ın İran mahkemelerinde yargılanmasını önleyen resmî bir karar alınması, Humeynî’ye şah rejimiyle yaptığı bütün mücadelesi boyunca belki de en ateşli konuşmasını yapma fırsatı verdi. Bu anlaşmayı İran’ın bağımsızlık ve egemenliğini ortadan kaldıran vahim bir gelişme olarak nitelendiren Humeynî, anlaşma lehinde oy kullananları vatan haini diye itham etti. Fakat 4 Kasım 1964’te tekrar tutuklanarak Türkiye’ye sürgüne gönderildi. Önce Ankara’ya ve 12 Kasım günü on iki ay kalacağı Bursa’ya götürüldü. Büyük oğlu Mustafa Humeynî de 3 Aralık 1964’te Bursa’ya gitti. Ayrıca İran’dan gelen bazı dostlarının kendisini ziyaret etmesine izin verildi, kitap talebi karşılandı. Humeynî Bursa’da geçen süre içinde ‘Tahrîrü’l-Vesîle’ adlı eserini derledi.
5 Eylül 1965’te Humeynî on üç yıl kalacağı Irak’ın Necef şehrine gönderildi. Necef’e yerleşince Şeyh Mustafa Ensârî Medresesi’nde fıkıh okutmaya başladı. Humeynî’nin dersleri İranlı öğrencilerin yanı sıra Irak, Hindistan, Pakistan, Afganistan ve Körfez ülkelerinden gelen öğrenciler tarafından da takip ediliyordu. Humeynî, 21 Ocak- 8 Şubat 1970 tarihleri arasında velâyet-i fakih doktrini konusundaki konferanslarını Şeyh Murtazâ Ensârî medreselerinde verdi. Bu konferanslarda, o ikinci imamın gaybeti döneminde imamın siyasî ve fıkhî fonksiyonlarını ulemanın icra etmesi gerektiği şeklinde özetlenebilecek olan bir doktrin ortaya koydu ve bunun, Şiî imamet düşüncesinin açık bir sonucu olduğuna ilişkin naklî deliller gösterdi, İslâmi devlet kurmaya götüren bir program ortaya koydu. Irak’taki sürgün döneminde Humeynî, bir yandan İran’daki gelişmeleri takip ederek çeşitli yazıları ve mektuplarıyla rejime karşı tavrını açıklarken bir yandan da 1967 Temmuzunda Irak’ta Baas Partisi’nin iktidara gelmesinden kaynaklanan olumsuz şartlarla mücadele etti. Haziran 1967’deki Altı Gün Savaşı vesilesiyle Humeynî, İsrail ile olan bütün ilişkileri kesmeyi öneren ve onların ürünlerini kullanmalarını yasaklayan bir bildiri yayımladı. Bu bildiri, Humeynî’nin Kum’daki evinin yağmalanmasına ve orada yaşayan ikinci oğlu Seyyid Ahmed Humeynî’nin tutuklanmasına sebep oldu.
Humeynî’nin yayımlanmamış bazı eserleri de bu sırada kayboldu. 1971’de Irak ve İran ilan edilmemiş bir savaş haline girince Irak rejimi kendi topraklarına yerleşmiş olan ve bazıları nesiller boyu orada yaşayan İran vatandaşlarını sınır dışı etmeye başladı. O zamana kadar Irak resmî makamlarıyla çatışmamaya özen gösteren Humeynî bu defa Irak liderlerine hitap ederek bu tutumu kınadı. Humeynî, Filistin meselesine karşı olan ilgisini de 27 Ağustos 1968’de Filistin Kurtuluş Örgütü’nün silâhlı kanadı olan el-Âsıfe’nin faaliyetlerini desteklemek için ‘vücûh-ı şer’i’yi kullanmanın gerekliliğine dair bir fetva vererek gösterdi; Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Bağdat temsilcisiyle görüştükten sonra bu fetvayı daha ayrıntılı biçimde tekrarladı.
Humeynî’nin fetvalarının sınırlı düzeyde de olsa İran’da dağıtılması isminin bu uzun sürgün yıllarında bile unutulmadığını göstermektedir. Daha önemlisi, şahın başvurduğu sert önlemlere rağmen 15 Hurdad olaylarıyla başlayan İslâmi muhalefet hareketi gelişmeye devam etti; birçok kişi ve grup açıkça Humeynî’ye olan bağlılığını gösterdi. O’nun sürgüne gönderilmesinden hemen sonra merkezi Tahran’da bulunan ve bütün İran’da şubeleri açılan ‘Hey’ethâ-yı Mü’telife-yiv İslâmî’ adlı bir dernek kuruldu. Bu dernekte, içlerinde Hücctü’l-İslâm Ali Ekber Hâşimî Rafsancânî ve Cevâd Bâhüner gibi devrimden sonra önemli sorumluluklar üstlenecek kişilerin de bulunduğu Humeynî’nin Kum’daki birçok öğrencisi aktif görev aldı. Ocak 1965’te Humeynî’yi sürgün eden başbakan Hasan Ali Mansûr bu organizasyonun dört üyesi tarafından öldürüldü.
7 Şubat 1978’de yarı resmî ‘Ittılâ’ât’ gazetesinde Humeynî’yi ülkenin düşmanlarıyla birlikte çalışan bir hain olarak nitelendiren bir yazı çıktı. Ertesi gün Kum’da büyük bir gösteri düzenlendi, güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucunda yine birçok kişi öldü. Bu olay, 1978 yılı boyunca devam eden ve Pehlevî rejiminin yıkılmasını amaçlayan geniş çaplı devrim hareketinin de başlangıcı oldu. Kum’da öldürülenler kırk gün sonra büyük gösterilerle anıldı. Tebriz’de şah kuvvetlerinin müdahale etmesiyle başlayan olaylar 100’den fazla insan öldükten sonra durulabildi. Kırk gün sonra Tebriz’de öldürülenler için elli beş şehirde mitingler düzenlendi (29 Mart). Bu defa Yezd’de güvenlik kuvvetleri merkezî bir camideki kalabalık üzerine ateş açtı. Mayıs başlarında Tahran olayların merkezi oldu. 1978 Haziranında şah kendisine karşı çıkanlara bazı tavizler verdi, ancak baskılar devam etti. 17 Ağustos’ta hükümet İsfahan’da kontrolü kaybedince ordu harekete geçti ve yüzlerce sivil göstericiyi öldürdü. İki gün sonra Abadan’da bir sinemanın kapıları kilitlenip 410 kişinin yakılarak öldürülmesinden hükümet sorumlu tutuldu. Ramazan bayramında (4 Eylül ) büyük şehirlerde toplam 4 milyon insanın katıldığı gösterilerde monarşinin sona ermesi ve Humeynî’nin liderliğinde bir İslâm hükümetinin kurulmasını istendi. Devrim hareketinin bu ilerleyişi karşısında şah sıkıyönetim ilân etti. 9 Eylül Cuma günü Tahran’da yapılan iki ayrı gösteride 4000 kişi öldürüldü. Bu kanlı olaylar gerçekleşirken Humeynî İran’a gönderdiği mesajlarda fedakârlıklarından dolayı halkı kutluyor, olup bitenlerden Amerika’yı sorumlu tutuyordu.
Ülke çapında huzursuzluğun gün geçtikçe artması üzerine New York’ta İran ve Irak Dışişleri bakanlarının gerçekleştirdiği toplantıda alınan karar uyarınca 24 Eylül 1978’de Humeynî’nin Necef’teki evi askerler tarafından kuşatıldı; kendisine Irak’taki ikametinin ancak politik faaliyette son vermesi halinde devam edebileceği bildirildi. Humeynî 3 Ekim’de Irak’ı terk ederek Kuveyt’e geçti; bu ülkeye girmesine izin verilmeyince Cezayir, Lübnan ve Suriye ihtimallerini değerlendirdi; nihayet oğlu Seyid Ahmed Humeynî’nin tavsiyesiyle Paris’e gitti. Gayr-i Müslim bir ülkede yaşamak istemeyen Humeynî, yayımladığı bir mesajda kendisine ifade özgürlüğü tanıyacak bir Müslüman ülkeye gitmek istediğini beyan etti. Herhangi bir İslâm ülkesinden bu yönde davet gelmeyince Paris’te kaldı. Humeynî’nin Necef’ten zorla çıkarılması İran’da büyük tepkiye sebep oldu. Aslında O’nun için hareketini bütün dünyaya duyurabilmesi ve İran’la daha rahat ilişki kurabilmesi bakımından Paris daha elverişliydi. Humeynî de bu imkânı çok iyi değerlendirdi.
Muharrem ayına bir hafta kala 23 Kasım 1978’de Humeynî bu ayı İran’da İslâm askerlerinin zafer ayı ilân eden bir bildiri yayımladı. Muharrem’de gösteriler ülke çapında tekrar patlak verdi. Binlerce insan ölüme hazır olduğunu göstermek için kefenlere büründü. Sokağa çıkma yasağına uymayanlar öldürüldü. 9 Muharrem’de (9 Aralık 1978) Tahran’da monarşinin yıkılmasını isteyen 1 milyon insan yürüyüş yaptı. 10 Muharrem’de 2 milyon insan, en önemli maddesi Humeynî liderliğinde bir İslâm devletinin kurulması olan on yedi maddelik bir bildiri lehinde gösteride bulundu. 18 Muharrem’de gerçekleştirilen ülke çapındaki grevle devrim hareketi ekonomik bir boyut da kazanmış bu sırada askerî disiplin de çökmeye başlamıştı.
İran İslâm devrimi gerçekleştirildikten sonra İran devletinin adı ‘İran İslâm Cumhuriyeti’ şeklinde değiştirildi. Böylece Humeynî, altmış milyon İran halkını ardından sürükleyerek 20. Asrın sonlarında dünyada önemli bir İslâmi hareket gerçekleştirmiş oldu. Bu hareket yalnızca şah rejimine karşı değil, aynı zamanda onu destekleyen diğer iç ve dış güçlere de karşıydı. Bu hareket aynı zamanda silahsız, kansız, sivil ve siyasî bir hareket idi.