GAFLET

 

‘Gaflet’ kelimesi, sözlükte, terk etmek, bilgisi olması gerekeni bilmemek, önemsememek; isim olarak da, dikkatsizlik, dalgınlık ve ihmal gibi anlamlara gelir.

 

Kavram olarak ‘gaflet’; bir şeyin gerekliliği ortada iken bunun idrak edilmemesi, ya da yeterince dikkatli ve uyanık hareket edilmediği için insana gelen yanılgı durumudur.

 

‘Gaflet’ kelimesi Türkçeye unutma veya yanılma şeklinde çevrilmektedir. ‘Gaflet’ bu iki anlamı da taşımakla birlikte, bunlardan daha farklı anlamı vardır.

 

‘Nisyan’ da unutma anlamına gelir. Ancak bir şeyi bilmeden terk etmek  ‘nisyan’, bile bile terk etmek ise ‘gaflet’tir. İki kelime arasındaki fark da budur.

 

‘Gaflet’ kavramının anlam sahası içerinde, bir gerçek ortada iken ondan bile bile habersiz olmak, ona karşı unutkan bir tavır takınmak, ya da ona karşı kulağı, gözü, anlayışı kapalı tutmak vardır.

 

Gaflet’in zıddı, hidayet, feraset ve basirettir.

 

Kur’an’da Gaflet Kavramı

 

Gaflet’ kelimesi, Kuran’da aynı zamanda habersiz olma anlamında da kullanılmaktadır.

 

Biz bu Kur’an’ı sana vahy etmemizle, en güzel kıssaları gerçek bir haber (kıssa) olarak sana aktarmaktayız. Oysa sen, daha önce, bundan haberi olmayanlardandın (gafil idin).” [95]

 

‘Gaflet’ içinde olanlara, bir şeyi bile bile unutanlara ‘gafil’ denir. Kur’an, Allah (c.c.)’ın ayetlerini anlamayıp, onlara sırt dönenlere, hak davet karşısında unutkan bir tavır takınanlara ve aldırmayanlara ‘gafil’ demekte ve onları kınamaktadır.

 

“... Kalpleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdırlar. İşte bunlar gafil olanların ta kendileridir.” [96]

 

Kalp, Hakk’ı anlayıp-kavrayacak, göz, Hakk’ı ve ona ait işaretleri görecek, kulak ise Hakk’tan gelen daveti duyacak şekilde yaratılmıştır. Bunları yerli yerinde kullanmayıp, Hakk’tan habersiz olanlar, habersiz gibi davrananlar ‘gafiller’dir.

 

Allah (c.c.) müminlere ‘gafillerden olmayın!’ diye uyarıyor. [97] Bu anlamda ‘gafil’ olmak, inkârcılara, kâfirlere ait bir özelliktir. Allah (c.c.)’ın ayetlerinin ve davetinin değerini ancak inkârcılar anlayamaz, bu ilâhî davetin gereğini yapmayanların düşecekleri durumu ancak ‘gaflet’  içinde olanlar anlamazlar.

 

Bu bakımdan ‘gafil’ olanlar Cehennem’e gideceklerdir. [98] Dünyada iken Allah (c.c.)’ın ayetlerinden, Ahirette olacaklardan gaflet içinde olanlar, öldükten sonra Ahiret gerçeği ile yüz yüze gelince yaptıklarından veya dünyada gaflet içinde yaşadıklarından dolayı pişmanlık duyacaklardır. [99]

 

Kur’an, salih amel işleyen müminlerin ve yanlış iş yapan, ya da Allah (c.c.)’a karşı gelen diğer insanların yaptıklarından Allah (c.c.)’ın gafil olmadığını sık sık vurguluyor. [100]

 

Yeryüzünde istikbar edip (büyüklük taslayıp) Allah (c.c.)’ın ayetlerinden yüz çevirenler, azgınlık yolunu benimserler; çünkü onlar ayetleri yalan sayarlar ve ayetlerden gafil olurlar. [101] Zaten yeryüzünde insanların çoğu Allah (c.c.)’ın ayetlerinden gafildirler: “Ve gerçek vaad yaklaştığında, işte o zaman kâfir olanların gözleri beliriverir. “Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gaflet içindeydik, hayır biz zalim kimselerdik” derler.” [102]

 

Hayatın yalnızca dünyada yaşanandan ibaret olduğunu sananlar, aslında hayatın ancak dış yüzeyine bakan, Allah (c.c.)’ın yoktan var ettiği varlığın ve hayatın arka planında olan hikmeti görmeyen ve Ahiret hayatından gafil olanlardır. [103]

 

Ancak, Allah (c.c.)’tan gelen ayetlere inanıp, gereğini yapanlar hem dünya hayatının hikmetini anlarlar, hem de ölümden sonrasının farkındadırlar. İşte gafletten uzak ve gerçek anlamda uyanık olanlar onlardır.

 

Allah (c.c.), Âdemoğullarının sırtlarından kendi nesillerini çıkarıp onları kendi nefislerine karşı şahitler (tanıklar) tutmuştu. Sonra da onlara ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye sormuştu. Onlar da ‘evet, Sen bizim Rabbimizsin’ demişlerdi. Rabbimizin bunu böyle yapmasının sebebi, insanların sormadan, ‘Ya Rabbi, bizim bundan haberimiz yoktu, biz bundan gafildik’ dememeleri içindi. [104]

 

Kur’an, Hz. Peygambere (s.a.v) Ey Muhammed! İşin hükmü bağlanıp-biteceği, kahır dolu hasret günüyle onları uyar, korkut ki; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar ayetlerimize inanmıyorlar.” Demektedir. [105]

 

Kur’an, dünya hayatına dalıp kulluğu unutan, insan olarak görevini yerine getirmeyen, hatta dünyalık kazanma uğruna şirk, isyan ve günah içinde yüzen kimselere, özellikle de müminlere şu uyarıyı sunuyor: “İnsanların sorgulanması yakınlaştı,  kendileri ise bir gaflet içerisinde yüz çevirmektedirler.” [106] 

 

Peygamberimiz (s.a.v.) de Allah (c.c.)’tan, O’nun ayetlerinden, O’nu zikretmekten gaflet edilmemesini, böyle gaflet içerisinde yapılacak bir duanın kabul edilmeyeceğini haber vermektedir. [107]  Kalbi yaptıkları sebebiyle Allah (c.c.)’ı anmaktan uzak olan insanlara uyulmaması istenmektedir: “Nefsince de, sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber candan sabret. Sen dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini ayırma. Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi hep aşırılık olan kimseye uyma.[108]

 

Gaflet durumu hadis-i şeriflerde çokça yer alan ahlâkî bozukluklardan bir tanesidir. Müslümanların gaflet içerisinde olmaları yaratılış gayesine uygun olmayan bir durumdur. Müslüman’ın gafil olması, pasif olmasıdır. Pasif olması ise yönlendirilen noktada olmasıdır. Bu yönlendirme öncelikle şeytan ve nefis tarafından gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Bunun yanında şeytan dostları olan münafık ve kâfirlerin çalışması da bu durumu artırmaktadır. Bu hususta Rasûlullah (s.a.v.)  buyurdular ki: “Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah’ı zikredince siner, çekilir, gaflet etse vesvese verir.” [109]  

 

İnsan  doğunca şeytan ona sokulur, Allah (c.c.) zikredilince gider, Allah (c.c.) zikredilmezse kalbinde yerleşir kalır. Felak sûresinde geçen ‘el-Vesvas’ şeytandır. Çocuk doğunca, kalbinin üstünde vesvas olduğu halde doğar. Vesvas ona dilediği gibi tasarruf eder. Ancak kişi Allah (c.c.)’ı zikredince şeytan siner, gafil kalınca kalbine tüner ve vesvese verir.

 

“Allah hapşırmayı sever, esnemeden hoşlanmaz. Öyleyse sizden biri hapşırır ve Allah’a hamd ederse, bunu işiten her Müslüman üzerine, ‘yerhamukellah’ demesi hak (bir vazife)dir. Ancak esnemeye gelince, işte bu, şeytandandır. Biriniz namazda esneyecek olursa, imkân nispetinde kendini tutsun ve hah diye ses çıkarmasın. Zira bu, şeytandandır, şeytan kendisine gülüyor demektir.” [110] Esnemenin şeytandan olması, şeytanın bunu sevmesindendir. Çünkü şeytan insana gaflet veren, hayrını azaltan, namazını kesen her şeyi sever. Ayrıca, esneme genellikle çok yemek yemekten ortaya çıkan bir ağırlaşma ve gevşeme halidir. Çok yemek de şeytan işidir.

 

Rasûlullah (s.a.v.) dua ederken yapılan duaların gaflet içerisinde yapılmamasını tavsiye etmektedir. Çünkü dua, sadece söz ile yapılan bir talep değildir. Dua eden müminin, sözlerinin yanında hayatının diğer alanlarının da Allah (c.c.)’ın rızasına uygun olması gerekmektedir. Bizler duayı sözlere indirgeyen bir anlayış içerisinde olduğumuz için dualarımızın kabul olması azaldı ve dualar lezzet vermez oldu. Halbuki mümin, her anında dua ettiği andaki manevi atmosferi hissetmelidir. Bu durum gafil olmasını da ortadan kaldırmaktadır. Bu yüzden gaflet içerisinde dua edilmemesi gerektiğini Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah’a duayı, size  icabet edeceğinden emin olarak yapın.  Şunu bilin ki Allah Teâlâ (bu inançla olmayan ve) gafletle (başka meşguliyetlerle) oyalanan kalbin duasını kabul etmez.” [111] Dua ederken kalbin gâfil olması, Allah (c.c.)’ı veya istediği şeyi düşünmemesi, yaptığı dua fiilinin tam şuurunda olmaması demektir. Dua eden kimsenin kalbi, zihni, aklı, hayali, kısacası bütün manevî duygu ve cihazları Allah (c.c.)’tan istediğinden başka bir şeyle meşgul olmamalıdır. Aksi halde, sadece dille, gafilâne yapılacak bir kısım taleplerin makbul olmayacağını Rasûlullah (s.a.v.) açık bir şekilde beyan etmektedir.

 

Gaflete düşmeye sebep olan davranışlardan birini de Hz. Peygamber Efendimiz şöyle açıklamaktadır: “Badiyede (kırda, sahrada, köyde) yaşayan kabalaşır, av peşinden koşan gaflete düşer. Sultanın kapısına gelen fitneye düşer. Kişi sultana yakınlığı artırdığı oranda Allah’tan uzaklaşır.” [112]  Burada avcılık kısmen tavsiye edilmemiş olmaktadır. Gaflet, taat ve ibadetten, cuma ve cemaate katılmaktan geri kalmak olarak açıklanmış, ayrıca hayvanları öldürme işiyle vahşi  hayvanlara benzediği için, zamanla avcının kalbinden şefkat ve merhamet duygularının azalacağı da belirtilmiştir. Âlimler bunu oyun ve eğlence için avlananlara  yorumlarlar. Şu halde avlanmak mubah ise de, bunu ihtiyaç halinde yapmalıdır, ihtiyaç yokken sırf eğlence için, zevk için avlanmak mekruhtur. Çünkü bu durum insanın gafletini artırmaktadır.

 

İnsanın arzu ve ihtiyaçları bitmek tükenmek bilmez bir durumdadır. Benlik, hayaller ve dünyevî ihtiraslar onu devamlı gaflete sevk eder. Âyet-i Kerimede şöyle buyrulur: “Ey insan! Seni yaratıp seni düzgün ve dengeli kılan, seni istediği gibi şekillendiren, kerem sahibi (ihsanı bol) Rabbine karşı seni aldatan nedir?” [113] Bu gaflet sebebiyle, cehalet, şehvet, kibir, gurur, hırs, cimrilik, hased, israf ve öfke gibi fıtrî temayüller ortaya çıkmakta, sonuçta insanları helak edici bir noktaya gelmektedir. Bu girdaplarda boğulan insanlık inancına, ahlâkına, şerefine veda etmek zorunda kalmakta ki bu büyük bir hüsran ve aldanıştır.

 

Gaflet içinde kalmış nice kimselerin sımsıkı sarılıp peşine düştüğü fani heves, istek ve meyiller ile geçici makam, mevki ve idarecilik davalarının bir kokuşmuş bir yiyecekten ibaret olduğunu anlatıyor ve bunların ebedî bir saltanat olan cenneti heba etmeye değmeyeceğine işarette bulunuyordu. İşte bu heba edişin altında kulun istiğnayı (kendisini zengin görmeyi) ve rağbeti yanlış yere yöneltmesi vardır. Böyleleri hakkında Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “İnsanoğlu kendini müstağni sayarak azgınlık eder. (Oysa ey insanoğlu!) Dönüş, şüphesiz ki Rabbinedir.” [114] Manevî olarak olgunlaşmamış bir insan, dünya çıkarları peşinde hırsla çırpınır durur. Bir şeyler elde edince de, gaflet sarhoşluğuna dalar. Şayet elde edemezse bu sefer de hüzün ve kedere boğulur. Mal, mevki ve rızık için gereğinden fazla endişelenmek, kalbi dünyaya bağımlı kılarak onu köle haline getirir. Dünya, kul ile Rabbi arasında perde olunca da, kulu manen helâke sürükler. Bu gaflet devam ettikçe kul o hale gelir ki, açıkça ifade etmese bile hakikatte Allah Rasûlü’nün buyurduğu gibi: “... Onların şerefleri servetleridir, dinleri paralarıdır, kıbleleri de kadınlarıdır. Onlar mahlûkatın en şerlileridir.” [115] Hükmünün muhtevasına sürüklenir. Rabbimiz cümlemizi bu hastalıktan muhafaza buyursun!

 

Allâh Rasûlü (s.a.v.) ashâbına: “... Allah’a yemin ederim ki sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin de önünüze serilip onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum.” [116] Buyurmuştur.

 

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bizleri gafletten uyandırıcı, kurtuluş yolu olan şu hadis-i şerifleri, ne kadar ibretlidir: “Cinlerin ve insanların isyankâr olanları dışında, yerde ve göklerde bulunan bütün varlıklar, benim, Allah’ın Rasûlü olduğumu bilirler.” [117] Bu da gösteriyor ki Allah (c.c.) ve Rasûlünü tanıyıp itaat etme keyfiyeti sadece insana özgü değildir. Aksine bu hususta diğer mahlûkatın, iradeleri dışında ve farkına varmadan daha ileri seviyede bulunduğu bile söylenebilir.

 

Âyet-i Kerimede Cenâb-ı Hak bu gerçeğin bir başka varlıktaki görüntüsünü de şöyle bildirir: “... Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud’a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.” [118]

 

Rabbimiz (c.c.) ayetlerinde gafilleri uyandırmakta, yarattığı her şeyin kendisini tanıdığını ve bizim idrakimiz dışında bir hâl lisanı ile Halık’ını zikrettiğini bildirmektedir. Yaratılmış varlıkların zikrini işitebilmek ise, ancak ibadet, zikir, tesbih ve samimî bir kulluk hayatı neticesinde gönlün saf hâle gelmesi ve böylece gaflet perdelerinin kalkıp hakikat âlemine vâkıf olmasıyla mümkündür. Yunus Emre’nin sarı çiçekle meşhur sohbeti de bu türdendir.

 

Gaflet Hastalığından Kurtuluş Yolu

 

Gafletten hastalığından kurtuluş için kalbi tasfiye, nefsi tezkiye edip gönlü boş arzu ve duygulardan boşaltmak ve kâinattaki kudret, hikmet ve zarafet eserlerini değişik manzaralar hâlinde gönlünde seyredebilmek gerekmektedir. 

 

Aksi halde insan, gafletten bir türlü kurtulamaz ve elindeki bir testi suyu bir okyanus zannederek birçok hakikate karşı gözleri perdeli olur da gönlü, iki dünyada da yoksulluk içinde kalır. Bize düşen, beşerî takatler içinde Yaratan’dan gafil, yaratılış sebebinden de habersiz olmamak, kalbî bir hayatla Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyyeye muhabbet ve rabıta, sürekli olarak ve derin bir tefekkür ve bir vicdan muhasebesi yapmaktır.

 

İnsanın üzerine gafletin düşmesini sağlayacak pek çok etken (şeytan, nefis, dünya malı, kadın…) bulunduğu için müminin bunların olumsuz etkilerini def edebilecek tedbirler alması gerekmektedir. Bu hususta şu hadis rivayet edilir: Şurası muhakkak ki, bazen kalbime gaflet çöker. Ancak ben Allah’a günde yüz sefer istiğfar ederim (affımı dilerim).” [119]

 

Burada Rasûlullah (s.a.v.)’ın kalbini zaman zaman bürüyen bulut, bazılarınca zannedildiği üzere hicab veya gaflet perdesi olmayıp, kendisine indirilen nurlarının onu kaplaması ve böylece huzur halinin kaybolmasıdır. İşte bunun için Allah (c.c.)’tan mağfiret talep etmekte, yani üzerini kaplamış bulunan şeyin örtülmesini talep etmektedir. Bu durum kendisindeki gafletten ziyade biz müminlerin üzerinde bulunan gaflettir. Bundan kurtuluş yolunu da tövbe istiğfar ederek ortaya koymaktadır.

 

Sizden biriniz namaz sırasında yatmış idiyse veya namaza karşı gaflet etmiş (ve unutmuş) ise, hatırlar hatırlamaz onu kılsın. Zîra Allah Teâlâ ayette: ‘Beni anmak için namaz kıl!’ [120] Buyurmuştur.” [121]

 

Cuma günü biriniz (mescitte) uyuklayacak olursa oturduğu yeri değiştirsin.” [122] Rasûlullah (s.a.v.) bu hadislerinde cuma günü hutbe dinlerken uykusu gelen kimselere, bulundukları yeri değiştirmeyi tavsiye buyurmaktadır. Âlimler bunun hikmetini, ‘Hareket uykuyu kaçırır’ diye izah ederler. Uyku nedeniyle gaflet basmış olan yerin terk edilerek bir başka yere geçilmesi de bir başka hikmet olarak anlaşılmıştır. Böyle olunca yer değiştirme emri mescitte oturduğu halde zikir ve hutbe veya diğer faydalı bir şey dinlemekten gaflet gibi şeytana ait olan bir şeyin giderilmesi içindir.

 

Mümin gafil olmamalı, sorumluluğunun bilincinde, feraset, basiret sahibi olmalıdır. “Mümin, bir (yılanın) deliğinden iki defa sokulmaz.” [123] 

 

Hadiste ifade edildiği gibi mümin, devamlı dikkatli, titiz ve bilinçli olmalıdır. Bu hadisteki müminden hedeflenen kâmil (olgun) mümindir. Kâmil mümin, marifetinin yardımıyla hadiselerin inceliklerine vakıf olur ve olayların sonuçlarını önceden tahmin ederek tedbirini alır. Böyle olamayan gafil müminler, birçok seferler sokulurlar.

 

“İnsanlardan çoğunun aldandığı (ve kıymetini takdir edemediği) iki nimet vardır: Vücut sıhhati, boş vakit.” [124]

 

İnsanlar bu ikisinde gafil olmamalıdırlar. Bunun yolu da, vücut sağlığına dikkat ederek zararlı, abur cubur yiyecekler yememek, faydasız olan her şeyden uzak durmaktır.

 

Nebî (s.a.v.)`in huzurunda birisi anıldı. Ve bu adam sabaha kadar uykuya dalar, namaza kalkmaz denildi de, Rasûlullâh (s.a.v.): “Öyle ise bunun kulağına Şeytan işemiştir.” Buyurdu. [125] Şeytanın vesveseleri sonucunda gaflete düşen insan bu şekilde tarif edilmektedir. Gafil mümin ile gafil olmayan müminin bir olamayacağını, bunların arasında derece farklılığının olduğunu Hz. Peygamber (s.a.v.) şu benzetme ile açıklamaktadır: “Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin benzeri, diri ile ölü gibidir.” [126]

 

Kalp her renge girer. Kalpten kalbe yol vardır. (Minel kalbi ilel kalbi sebilen) Onun için gafletten kurtuluş yollarından bir tanesi de gafil kalpli insanlarla oturup kalkmamaktır. Çünkü bu insanlar kalbe gaflet ve kesafet verir. Kalbin bukalemun özelliğinde olduğu gibi yanındakilerden renk alma yeteneği vardır. Huzurlunun yanında huzur alır, gafilin yanında gaflet alır. Bunun için de gafillerin yanında fazla oturmamalıdır, zaruri iş ve ihtiyaç görülünce hemen ayrılmalıdır.

 

İşte bütün yönleriyle açıklamaya çalıştığımız ‘gaflet hastalığı’ da en faziletli amel olan ‘Cihad’ın önündeki engellerden biridir. Cihadın önemini ve faziletini idrak etmiş bulunan Müslüman diğer engellerle birlikte gaflet hastalığı ile de savaşacaktır. Eğitim ve öğretim yoluyla yapılan cihat sayesinde gaflet engeli de ortadan kaldırılacak ve onun yerini basiret ve feraset alacaktır.



[95] Yûsuf sûresi, 12/3; Kâf sûresi, 50/22.

[96] A’raf sûresi, 7/179.

[97] A’raf sûresi, 7/205.

[98] Yûnus sûresi, 10/7–8.

[99] Enbiyâ sûresi, 21/97.

[100] Bakara sûresi, 2/74, 85, 140,144; Âl-i İmrân sûresi, 3/99.

[101] A’râf sûresi, 7/146.

[102] Yûnus sûresi, 10/92.

[103] Rûm sûresi, 30/7.

[104] A’râf sûresi, 7/172.

[105] Meryem sûresi, 19/39.

[106] Enbiyâ sûresi, 21/1.

[107] Tirmizî; Muvatta, 

[108] Kehf sûresi, 18/28.

[109] Buhârî, Tefsir, Nâs sûresi, 1.

[110] Buhârî, Edeb, 125, 128; Müslim, Zühd, 56; Ebu Dâvud, Edeb, 97; Tirmizî, Salât, 273.

[111] Tirmizî, Daavât, 66.

[112] Ebu Davud, Sayd, 4; Tirmizî, Fiten, 69; Nesâî, Sayd, 24.

[113] İnfitar sûresi, 82/6–8.

[114] Alak sûresi, 96/6–8.

[115] Deylemî, Kitâbu'l-Fiten.

[116] Buhârî, Rikak, 7.

[117] Ahmed bin Hanbel, Müsned.

[118] Enbiyâ sûresi, 21/79.

[119] Müslim, Zikr, 41; Ebu Dâvud, Salât, 361.

[120] Tâhâ sûresi, 20/14.

[121] Buhârî, Mevakîtu's-Salât: 37; Müslim, Mesâcid: 314; Tirmizî, Salât: 131.

[122] Ebu Dâvud, Salât, 239; Tirmizî, Salât, 379,

[123]  Buharî, Edeb, 83; Müslim, Zühd 63; Ebu Davud, Edeb, 34.

[124]  Buhari, Kitabu’r-Rikak, 2162.

[125] Buhari, Kitabu’t-Tevarih, 589.

[126] Buhari, Kitabu’d-Da’va, 2160.