İHLÂS
‘İhlâs’, insanın yaşamın bütün zamanlarında, ibadet ve amellerinde sırf Allah (c.c.) rızasını gözetmek ve dini yalnız O’na özgü kılmak, demektir.
İhlâs, tevhid inancının özüdür. Bunun için müslüman, yalnızca Allah (c.c.) rızasını kazanmak amacıyla Hakk’a tapmalı, ibadetlerine asla yapmacık, gösteriş, başkasının beğenisini kazanma düşüncesi karıştırmamalıdır. ‘Hak’tan başka bir şey düşünmekten korunmak’ şeklinde de tanımlanan ihlâs, işleri gösterişten korur, sahibini gerçekten takvaya götürür. Allah (c.c.) buyurur:
“Kendilerine, dini yalnız Allah’a halis kılarak O’na ibadet etmeleri emredildi.” [111]
“De ki: bana dini yalnız, Allah’a halis kılarak O’na ibadet etmem emredildi.” [112]
“Dini Allah’a halis kılarak O’na kulluk et! Halis din (ibadet) Allah’a yapılır.” [113]
“De ki: ‘Ben, dinimi Allah’a halis kılarak O’na ibadet ederim. Sizden ondan başka dilediğinize tapınız” [114]
“(Kurban edilen hayvanların) ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşmaz. Sizin takvanız, O’na ulaşır.” [115]
“De ki: ‘Rabbim bana adaleti emretti. Her mescitte yüzlerinizi O’na doğrultun ve dini yalnızca kendisine has kılarak O’na yalvarın. (Allah’a hiçbir benzer, eş, ortak koşmadan, gönlünüze başka tanrılar getirmeden sırf Allah’a yönelerek O’na kulluk edin) İlkin sizi yarattığı gibi yine O’na döneceksiniz.” [116]
Peygamber (s.a.v.)’e kendini göstermek, kahramanlık, yiğitlik için savaşan bir adamın durumu sorulmuş (bu adamın çarpışması Allah yolunda mıdır?) denilmiş. “Kim Allah’ın kelimesi yüce olsun diye çarpışıyorsa işte o, Allah (c.c.) yolundadır.” [117] Buyurmuştur.
Peygamber (s.a.v.): “Ameller niyetlere göredir.” [118]
“Allah sizin suretlerinize (yüzlerinize) ve mallarınıza bakmaz, fakat sizin kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” [119] gibi hadisleriyle amellerin, kalpteki temiz niyyet ve ihlâs ile değer kazanacağını vurgulamıştır. İlahi bir hadiste de: “İhlâs, benim sırrımdır, onu sevdiğim kulumun kalbine koyarım.” [120] buyurulmuştur.
İhlâs; bir kalp hareketi ve ruhanî bir davranıştır. Kalp temizliğinin ve sağlamlığının bir delilidir. Yalnız Allah (c.c.)’ın rızasını arayan bir niyettir. Kişinin bütün varlığı ve benliği ile Allah (c.c.)’a kulluk etmesi ve bu kulluğun da O’ndan başkasına düşünmemesidir. Ayrıca İhlâs, ‘kalbi garaz şüphesi ve zan eğriliğinden temiz tutmaktır.’ şeklinde tarif edilmiştir. İhlâsta Hakkın rızâsı talep edilir, yapılan işlerde, riya, gösteriş, menfaat ve şöhret gayesi güdülmez.
İhlâs bir kalp hareketi ve ruhâni bir davranış olmaktadır. Kalbî davranışların makbul oluşu, niyet ve irademizin sağlamlığına bağlıdır. İhlâs, kalp sağlamlığının bir delilidir. Böyle olunca her işe başlandığı zaman niyette ihlas, yani her türlü dünyevî karşılık beklemekten uzak olmak gerekmektedir. Cenâb-ı Hakk’ın rızası ihlâs ile kazanılır. Yoksa ihlâs kişinin başarı ve becerileriyle elde edilemez. Bazen ihlas ile söylenmiş bir tek kelime ile kişi kurtuluşa erer ve Cenab-ı Hakk’ın rızasını elde edilebilir. Bazen bir tek adamın irşadı, bin kişinin irşadı kadar Allah (c.c.) rızasına sebep olur. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur: “Ben Cebrail’den ihlâsın ne olduğunu sordum. Şöyle cevap verdi: Ben de Aziz ve Celil olan Allah’a: “İhlâs nedir?” diye sordum o şöyle buyurdu: “İhlas benim bir sırrımdır. Onu kullarımdan sevdiğim kimselerin kalbine koyarım.”
İhlâs, fenalığı ve kötülüğü gideren bir fazilettir. “İşte biz ondan (Yûsuf’tan), fenalığı ve fuhşu gidermek için böyle yaparız. Çünkü o, bizim ihlâslı kullarımızdandır.” [121] Ayetinde, evdeki kadınla Hz. Yusuf (a.s.) arasında geçen olayda ve kadının niyetinin sonuçsuz kalışında en büyük etkenin, Hz. Yûsuf (a.s.)’un ihlâsı olduğu görülmektedir.
İnsanlık için ihlâsın gereği her zaman emredilen bir keyfiyet oluşuyla da anlaşılmaktadır. Çünkü ihlas, ehl-i kitaba da, yapacakları diğer ibadetlerle birlikte emredilmişti. [122]
İhlas, şeytanın kişiye süslemeye çalıştığı fenâlıklara ve insanları azdırma gayretine engel olan bir tutumdur. Bu durum şeytanın, “Yeryüzünde insanlara (fenâlıkları) süsleyeceğim, elbette onların hepsini azdıracağım. Ancak içlerinde ihlâsa sahip müminler bunun dışındadır.” [123] Ayetlerinde ifadesini bulan itiraftan anlaşılmaktadır.
Şirkten, kitabı ve peygamberi yalanlamadan, sapık yollara sapıp tevhit akidesine aykırı inanç düşünceler beslemeden dolayı gerçekleşecek ilâhî azaptan, “Allah’ın ihlâs sahibi kulları istisna.” [124] Diye söz edilerek azaptan kurtuluşta ihlâsın yeri ve önemi belirtilmiştir.
Ahlâk önderleri peygamberler, varlıkları ihlâsla yoğrulmuş kişilerdir. Hz. Mûsâ, Hz. Yûsuf, Hz. İbrahim, Hz. İsmâil, Hz. Ya’kûb (a.s.) ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in özellikleri anlatılırken Kur’an-ı Kerim onları ihlâslı kullar olarak nitelemiştir. [125]
Çünkü Peygamberler (a.s.) davet ve tebliğlerinde daima, Hakk’ın, rızasından başka bir gaye ve maksat gütmeyerek, ihlaslarını ortaya koymuşlardır.
Fudayl b. İyâd (r.a): ‘Halk için ameli terk etmek, riyadır; halk için amel etmek ise şirktir. İhlas, Allah Teâlâ’nın bu iki şeyden seni afiyette kılmasıdır.’ diyor.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) bir hutbesinde şöyle der: ‘Biliyorsunuz ki, bilinen bir ecelin peşinde gece-gündüz koşuyoruz. Allah Teâlâ’nın (c.c) rızası için söylenmeyen hiçbir şeyde hayır yoktur. Aziz ve Celil olan Allah’ın (c.c) yolunda harcanmayan hiç bir malda hayır yoktur. Bilgiçlik taslayarak gurura kapılanlarda hayır olmadığı gibi, Allah (c.c) için yaptıklarında insanların kınamasından endişeye düşenlerde de hayır yoktur.” [126]
Müminler bütün söz ve fiillerinde Allah (c.c)’ın rızasını gözetmek zorundadırlar. Eğer insanların hoşlarına gitmek niyetiyle amelde bulunurlarsa, kendi kendilerini helâk ederler. Nitekim Uhud savaşında Müminlerin en önde savaşanlarından birisi de Kuzman idi. Medine’deki hurmalıklarını korumak niyetiyle savaştığı için, Cehennemlik olmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.s)’ şöyle buyurmaktadır: “Üç hususta Müslüman’ın kalbi hıyanet edemez: Allah için ihlâs ile amel yapmak, İslâm devletinin yöneticilerine samimiyetle öğüt vermek ve İslâm cemaati ile birlikte olmak.” [127]
İhlasın zıddı riya ve gösteriştir. Bu da insanı şirke sürükler. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: “Şüphesiz Cenâb-ı Allah sadece kendisi için ve kendisinin rızası için olmayan bir amelden başkasını kabul etmez.” [128]
İmam Gazâli, şöyle der: ‘Kendisine başka bir şeyin karışması muhtemel olan bir şeye başka şey karışmamış ise, işte buna ‘halis’ derler. Bu safi (karışıksız) işe de ihlas derler.’
Havariler, İsa (a.s.)’a: ‘Amellerin halis olanı hangisidir?’ diye sorduklarında, Hz. İsa (a.s.): “Hiç kimsenin övmesini isteyip beklemeden, Allah (c.c.) için yapılan ameldir.” demiştir.
Diğer konularda olduğu gibi ihlâs konusunda da tasavvufçuların sözleri çok çeşitlidir. Fakat bu değişik ifadelerin asıl anlamı birdir. Şöyle ki:
Ebu Ali el-Dakkak: ‘İhlâs, halkı düşünmekten korumak, nefsi düşünmekten arınmaktır. Muhlis, riyası olmayan sâdık, kendini beğenmeyen adamdır.’ demiştir.
Zû’n-Nûn: ‘İhlâs, ancak ihlâsta sadakat ile olur. Sıdk (sadakat) ise ihlâs ile doğruluğa devam etmekle olur.’ ‘ihlâs, gözünde halkın övgüsünün veya yergisinin bir olması, yapılan amelleri görmeme, onlara âhirette sevap verileceğini unutmadır.’ demiştir.
İslâm âlimleri ihlasın yararlarını şöyle sıralamışlardır:
1. Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmak,
2. Amellerin kabul olması,
3. Günahlardan arınma ve kurtuluş,
4. Ahirette, felaha, huzura ve rahata kavuşmaktır.
İhlas hakkında yukarıdaki bilgilerden anlıyoruz ki, şeytanın insanları çekmek istediği kötülükler, fenalıklar, günahlar ve dünya hayatının süsleriyle insanın aldatılmasının önüne ancak ihlas ile geçilebilir.
Amelleri boşa çıkarmak için nefsin birçok yöntem ve aracı vardır. Nefsin en gizli afetlerinden biri, övülmekten hoşlanmasıdır. Çünkü biraz övgü görse, gökleri ve yeri üzerine yüklesen çeker ama övgü olmayınca tembelleşir, başarısız kalır. Şeyhlerden biri yıllarca mescidin birinci safında namaz kılarmış. Bir gün bir engel nedeniyle arka safta namaz kılmak zorunda kalmış. Bundan sonra bir süre görünmez olmuş. Nerede olduğunu soranlara:
- Ben şu kadar yıl namaz kıldım, bunları ‘ihlas’ ile kıldığımı sanıyordum. Bir kez geç kalıp da arka safta namaz kılınca halkın beni arka safta görmesinden, kalbimde bir gariplik hissettim. Anladım ki ömrüm boyunca riya içinde namaz kılmışım. O kıldığım namazları kaza ettim.
Tasavvufçulara göre ‘ihlas’, Allah (c.c.) için yapılan işlerde halkı aradan çıkarmak ve amelleri sadece Allah (c.c.) için yapmaktır. Başka bir deyişle ihlas, kulun oturmasını, kalkmasını, devinmesini, bütün hareket ve durgunluğunu Allah (c.c.) için yapmasıdır.
İhlas’ın temeli doğruluktur. Sıdk ile ihlas arasındaki fark, birincisinin asıl gövde, ikincisinin de dal olmasıdır. Sıdk eylemden önce de olabilir, fakat ihlas eylemle birliktedir.
İbn Fard’ın Kasidesinin şerhinde, ihlas üzerinde şu bilgiler verilmektedir:
‘Kuldan çıkan her eylemin, bir yaratıklara, bir de Yaratan’a dönük yönü vardır. Yaratana dönük tarafta olan kimseye muhlis, eylemine de ihlas denilir.
İhlas ikiye ayrılır: İhlas, ihlasın ihlası.
Kuldan çıktığı duruma göre de ihlas dört türlüdür:
1. Sözde İhlas: kulun, dilinden gelen her sözü, kendi nefsinin eylemleri için değil, Hak için yapılacak eylemlere yöneltmesi, yalnız Hak için yapılacak eylemlerden söz etmesi, kendi arzusunu değil, Hakk’ın düşüncesini gözetmesi: yani söylediği her sözü, yalnız Allah (c.c.) için söylemesi, halkın değerlendirmesini değil, Allah (c.c.)’ın değerlendirmesini düşünerek konuşmasıdır.
2. Fiilde ihlas: Yapacağı her eylemi, nefsinin yarar veya zararı gibi bir çıkar için değil, sadece Allah (c.c.) için yapması, Allah (c.c.) ‘ın rızasından başka bir şey düşünmemesidir.
3. Amelde ihlas: İbadetleri yaparken de nefsin çıkarını, ahiret sevap ve cezasını hesaba katmadan yalnız Allah (c.c.) rızası için yapmaktır.
4. Halde ihlas: Gaybdan kalbe gelecek halleri halkın bakışına değil, Hakk’ın bakışına sunması, halkın varlığını ve değerlendirmesini asla düşünmemesidir.
Cüneyd-i Bağdadi’ye göre ihlas, Allah (c.c.) ile kul arasında bir sırdır. Melek bilmez ki yazsın, şeytan bilmez ki bozsun, heva bilmez ki eğsin. [129]
İhlas ve davaya bağlılık, Allah yolunda mücahede için en önemli şarttır. Mücahedenin gayesini kavramak ve iyi olduğuna kanaat getirmek yeterli değildir. Bu nitelik, bu yolda gidilebilmesi için mücahidin ancak birinci adımını oluşturur. Bu bakımdan yeterli ve doyurucu değildir. Ciğerpare evladını hasta gören kimsenin kalbinde yanan, onu doktora götürmeye mecbur eden veya çocuklarının karınlarını doyurabilmek için, hayatlarını kurtaracak kadar bir yemek bulamadığından çalışmaya mecbur olan kimsenin, kalbinde alevlenen ateş kadar, her mücahidin kalbinin (bu yüce gaye için) yanması gerekir. Bu yüce gaye uğrunda, her an sizi meşgul edecek kalbinizi huzur, fedakârlık ve samimiyetle dolduracak bir çalışma şevk ve heyecanıyla birlikte, bütün düşüncelerinizin etrafında toplanacağı ciddi bir eğitim ve gayret de gerekecektir. Öyleki şahsi işleriniz, ailevî meseleleriniz sizi ciddi şekilde meşgul edecek kadar çok olsa bile, bunu gönlünüz razı olmayarak yapacaksınız. Vaktinizin ve çalışmalarınızın az bir kısmın şahsi işlerinize, çoğunu ise inandığınız gayenin gerçekleşmesine harcayacaksınız. Bu gayret, zihninize iyice yerleşerek ruhunuzla birleşmeyince, damarlarınızdaki kanla beraber akmayınca, kafalarınızı ve şuurunuzu tamamıyla işgal etmeyince, yalnız sözlerinizle hiç bir şeyi harekete geçiremezsiniz.
Gerçekte insan, gaye ve hedefine bağlı ise, fikren bu gayenin gerçekleşmesi
çarelerini gözetiyorsa, başkalarının onu teşvik etmesine ihtiyaç yoktur. İslâm toplumunun bireylerinde bu gayret ve kuvvet bulunduktan sonra, İslâm’ı tanıtma vazifesinde, bir yerden başka bir yere gittiğinde, davaya karşı bağlılığının gevşemesine, imkân yoktur. Sizden birinizin bir evladı hasta olursa ölüm-kalım meselesi ile karşı karşıya kalsa, bu durumda onun bakımını, tedavisini başkasına bırakır mı? Hizmetine bakıp ilaç getirecek, doktora götürecek kimse yoktur diye evladını terk eder mi? Bu gibi işleri zamanında yerine getirecek hiç kimse bulunmazsa, bizzat baba bu hizmetleri görecektir. Çünkü evlat onundur. Her türlü ihtiyacını karşılamak hususu herkesten daha fazla ona düşer. İnsan
başkasının evladına karşı ilgisiz kalabilir, onun için endişe etmeyebilir.
Fakat öz evladının halini görmemezlikten gelip tedavi ve hizmet hususunda
gayret sarf etmemesine imkân yoktur. İşte bu davaya bağlılığınız ciddi ise ve
ona sağlamca sarılmışsanız nasıl olur da onu başkasına güvenerek
bırakırsınız, aldırış etmeyebilirsiniz. Dinin son nefesini vermek üzere
bulunduğu anlarda, dini ilerletmek hususunda size yardım edecek kimse
bulunmadığında susmamanız gerektiği gibi, yardım etmek isteyenlerin hatalı
hareketlerine bakarak evinize çekilmeniz de doğru değildir. Bu durumlarda
başka işlerle uğraşmamızın sorumluluk bilinciyle bağdaşması düşünülemez.
Eğer bu hareketiniz bir şeye delil ise, başkasının evladı ile alakanızın
zayıf olması gibi, dinle alakanızın zayıf olduğuna, Allah’ın emrini
yeryüzünde yükseltmek hususunda fedakârlık yapmaktan aciz olduğunuza,
delildir. Gerçekten gayenizle ve davanızla ilginiz kuvvetli olsaydı hiç
olmazsa içinizden birinin bu gaye uğrunda kendini unutması, bu davanın
devamı için hayat sorunu ile karşı karşıya kaldığı zaman bunlara önem
vermemesi gerekirdi. Bu davaya karşı sevginiz, bağlılığınız; zevcelerinize, çocuklarınıza, babalarınıza, analarınıza duyduğunuz sevgiden daha az olduğu takdirde, mutlaka zarara uğrayacak ve bu hususta başarılı olamayacaksınız. Öyle ki, gelecek nesiller de uzun zaman böyle bir işe yanaşmayacaklardır. Büyük adımlar atmayı düşünmeden önce, kalp ve ahlak gücünüzü mutlaka gözden geçiriniz. Allah yolunda cihadın, muhtaç olduğu cesaret ve hamle azmini kendinizde bulmanız zorunludur. [130]
İhlası elde etmenin yolu, insanın sürekli olarak, kendisinin ve evrendeki herşeyin Allah (c.c.)’ın yaratığı olduğunu, mülkün sahibinin yalnızca O olduğunu, kısa bir süre içinde yaşadığı dünya hayatının hesabını O’na vereceğini düşünmek ve bunun dışında her şeyi gönlünün dışında tutmaktır.
[111] Beyyine sûresi, 98/5.
[112] Zümer sûresi, 39/11.
[113] Zümer sûresi, 39/2-3.
[114] Zümer sûresi, 39/14-15.
[116] A’raf sûresi, 7/29.
[118] Buhari, Cihad, 15; Nesâi, Cihad, 21; İbn Mâce, Cihad, 13.
[121] Yûsuf sûresi, 12/24.
[122] Beyyine sûresi, 98/5.
[123] Hicr sûresi, 15/40; Sâd sûresi, 38/83.
[124] Sâffât sûresi, 37/40, 74, 128, 160.
[125] Meryem sûresi, 19/51; Yûsuf sûresi, 12/24; Sâd sûresi, 38/45, 46.
[126] Kuşeyri Risalesi, S. Uludağ.
[127] İbnu Mace, Mukaddime, 18.
[129] Kuşeyri Risalesi, S. Uludağ.