DİL İLE CİHADIN YOLLARI

 

Dil ile yapılacak olan cihadın birçok yolları, usulleri ve araçları bu­lunmaktadır. Kimi zaman hepsini aynı anda yapabiliriz. Kimi zaman ise bazısını ya­pamayız. Ancak önemli olan dil ile cihadı şu veya bu şekilde ve hangi vasıtalarla olursa olsun yapmak ve onu sürdürmektir. Şimdi sizlere bu usul ve vasıtalardan bazılarını sunuyoruz.

 

                       a) İslâmî Kitaplar Yayınlanması

 

İslâmî kitaplar yayınlamanın yararla­rı pek çoktur. Bir Müslüman güzel bir fikir ve düşünce ortaya koyabilir fakat bunu tüm Müslümanlara ulaştırma imkânı bulunmayabilir. Yani bir yazarın kitabıyla yararlı olduğu kadar, bir güzel düşünce o kadar yarar geti­remez. Çünkü yazıya dökülememiştir. Bu bakımdan dil ile cihat için kitap en önemli bir araçlardan birisi durumundadır.

 

İslâmî kitaplar da farklı konu ve içeriklerde hazırlanmaktadırlar. Kimisi İslâm’ın bir bölümünü, ki­misi İslâm düşmanlarına cevabı, kimisi bir bütün olarak İslâmî savunmayı ele alırken kimisi yüksek bir üslûp ve ağır bir dil ile ele alınmıştır, kimisi de orta veya çok daha kolay bir üslûp ile yazılmıştır.

 

Her bir Müslüman’ın kendi durumuna göre evinde ve işyerinde bir kütüphanesinin bulun­ması gerekmektedir. Yani kendi dilinde kendisini ve aile fertlerini eğitecek bir kütüphanesinin bulunması şarttır. Kişilere önereceğimiz kitaplar konusunda da dikkatli olmalıyız. Her önümüze gelen kitabı tavsiye etmekten de kaçınmalıyız. Çünkü tavsiye edilen kitaplar sapık fikirler içerebilirler. Bunun yanında insan ömrünün sınırlı, günlerin sayılı olduğu düşünülerek daha gerekli bilgiler içeren kitaplar varken gerekli olmayan veya çok az gerekli olan kitaplarla insanların zamanını meşgul etmemek gerekir.

 

Bazen da yararlı kitapları satın alıp kitap alamayan ve okuyabilecek durumda olan Müslümanlara, öğrencilere hediye etmeli ve bunun gibi teber­ru yollarını genişletmeliyiz. Bu kitapların kimini emanet, kimini iadeli ve kimini teberru olarak ele almalı gerekli yerlere göndermeliyiz Aynı zamanda bazı Müslümanları faydalı ve yararlı kitapların basımı için ikna etmeliyiz.

 

Ne zaman her bir Müslüman’ın evinde kâmil ve olgun manada bir İslâmî kütüphane kurar ve bunların okunmasını da sağlayabilirsek artık bu çok iyi bir başarıdır ve buna denk de başka bir başarı gösterilemez. Artık günümüz insanlarının neredeyse tamamı okuma-yazmayı bilmektedirler.

 

Müslüman olmayan ülkeler ve topluluklara da kendi dillerinde kitaplar hazırlatılmalı ve bedelsiz veya çok cüzi bedellerle bunlar dağıtılmalıdır. Özellikle bağımsızlıklarını kısa bir süre önce kazanmış ve komünist bir dönemden çıkmış kuzey ülkelerinin insanları çok büyük bir çalışma alanıdır. Buradaki insanlar adeta bu konuda aç ve susuzdur. Onlara bu imkânı vermeli, kendi dillerinde çokça kitap hazırlatılmalı ve Hakk’ı tanımalarına yardımcı olmalıyız.

                      

                   b) Gazete ve Dergiler Yayınlanması

 

Yayınladığımız siyasî gazete ve dergiler şayet cihadı eğitiyor, öğretiyor ve ülke genelinde yeterli bir sayıda dağıtılıyor ise, o zaman bizler dil ile cihat noktasında belirli bir başarı sağlamış durumdayız demektir. Çünkü bunlar direkt olarak değişik üslûp ve ifade tarzlarıyla sapıklıkla­ra gereken cevabı gününde vermektedirler. Gazete ve dergiler günlük, haftalık ve aylık olabilir. Sapıklıklar bunlar aracılığıyla açıklanıp, önlenebilir. Doğrudan doğruya bu kötülük kaynakları ve yuvaları ortaya çıkarılabilir. Artık sapıklıklara sustu­rucu cevaplar verilebilir. Yapacağımız tek şey, bunların Müslümanların el­lerine ulaşmasını sağlamaktır. Ülkemizde ve dünyada Müslümanlar çok sayıda gazete ve dergi çıkarmakta ve yayınlamaktadırlar. Ancak bütün bunlar olması gereken sayı, içerik ve yaygınlıkta değildir. Bütün dünyaya hitap eden ve içeriği son derece doyurucu İngilizce bir gazetenin çıkarılması zaruri bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı karşılayacak bir çalışma, bütün dünyada Müslüman olamayan insanların İslâm ile tanışmalarını ve hatta kitleler halinde Müslüman olmalarını sağlayacaktır. İşte bundan daha güzel bir hizmet ve cihat olabilir mi?

 

Şayet mümkünse her bir bölgenin bir gazetesi ve dergisi bulunmalıdır. Çünkü gerçekten her bölgenin kendine özgü durumları vardır. Bölgenin durumuna göre yayınlar yapılması o gazete ve derginin daha çok okunmasını sağlayacaktır.

 

Şayet gazete, dergi gibi mevkuteler çıkarılması imkânı yoksa süresiz başka yayınlar çıkarma imkânı olabilir. Bu da mümkün değilse, küçük broşürler yayınlanabilir. Böylece sapıklara gereken cevaplar verilebilir. Aynı zamanda küçük küçük risaleler çıkartmak suretiyle çalışmalar yapılabilir. Her konuya ait hazırlanacak küçük risalelerle meseleler ele alınabilir.

 

c) Hitabet, Konferans, Camilerde ve Evlerde Genel Dersler

 

Salonlarda yapılacak konferanslar, seminerler, cami ve mescitler ile evlerde yapılacak sohbetler, insanları eğitip yöneltmekte en etkili usullerdir. Şayet güçlü bir hatip var ise, başarılı bir konferansçı bulunuyorsa bunların çalışmalarından çok iyi sonuçlar elde edilebilir. Bu bakımdan konferanslar verecek, sohbetler yapacak davetçi insanlar yetiştirmek, çalışmalar yapmak da çok önemlidir.

 

Allah (c.c.) bizlere cuma hutbesini farz kılmıştır. Bayram hutbelerini ise sünnet... Bu, gerçekten pek önemli bir şeydir. Eğer İslâmî cihatta dil yönünden  değerlendirilirse çok başarılı sonuçlar alınabilir. Konferans alanları ve ha­tiplerin yapacakları çalışmalar geniş alanlar olup insan kitlelerine hitap eder. Camiler açıktır, burada ibadete gelen insanların kalpleri de burada anlatılanları öğrenmeye ve kabul etmeye hazırdır. Birçok merkezler, ehliyetli insanların konferans vermesinde cimrilik, zorluk göstermezler. Meselâ konferans ve toplantı salonları gibi, okullar gibi. Biz bütün bu fırsatları son anına ve sınırına kadar ve sürekli değerlendirmeliyiz.

 

Pek tabiidir ki, her bir Müslüman’ın iyi bir hatip olması, hepsinin konferansçı olması gerekmez ve bu mümkün de değildir. Mademki ben bir konferansçı değilim, mutlaka ben, bir konferans dinlemeye insanları çağırmalıyım ve bunu yapabilirim, diye düşünmeliyiz. Buna göre konferansçı ile Müslüman kardeşler arasında bir bağ bulunmalıdır. Konferansçının da mağ­rur ve kibirli olmaması gerekir. Çünkü bu, kişiyi Allah (c.c.)’a yakın olmaktan uzaklaştırır. Konuşmasının da bir bereketi ve yararı olamaz.

 

Camilerde ve evlerde verilen vaaz, sohbet ve genel derslerin de büyük yararları vardır. Bunlar davet için en güzel araçlardır, fikirlerin sapıklıklardan arınması için de önemlidir.

 

Dil ile cihad kapsamında evlerde düzenli ve sistemli sohbet toplantıları yapılmalı, buralarda İslâm anlatılmalıdır. İnsan düşüncesine etki edilmeli, buraya kimi fertler çağırılmalıdır. Gerçekten bunun da faydaları bir hayli çoktur.

 

                         d) Ferdî Davetler, Ziyaretler ve Toplantılar

 

Cenâb-ı Hak buyurur: “De ki size bir tek öğüt veriyorum. Allah (c.c.) için ikişer ikişer ve teker teker kıyam etmeniz, sonra da düşünmeniz, sizin sahibinizde (ya da ar­kadaşınız olan peygamber de) hiç bir delilik yoktur.” [27]

 

Bu ayetin yorumu şöyledir: Ben size bir tek haslet ile öğüt veriyorum. Bu da ikişer ikişer ve birer birer dağılıp, sonra Hz. Muhammed (s.a.v.) ve getirdiği şeyler hakkında düşünüp bir karara varmanızdır. Çünkü o deli değildir ve si­zi davet ettiği şeye de delilik sebep oluyor değildir.

 

İnsan düşüncesini tek olarak etkilemek ve onu aydınlatmak daha çok faydalıdır. Yani insanlarla tek tek görüşmenin yararları vardır. Çünkü kişi bu sırada başkalarının etkisinde kalmaz ve insanların yargı ve değerlendirmelerinden uzaktır. Bu durum onun rahat hareket etmesini ve karar vermesini sağlar.

 

Bu bakımdan dil ile cihadın en önemlisi ve en etkilisi şahıslarla doğrudan ve yüz yüze görüşmek, onlarla ikna edici konuşmalar yapmaktır. Onları hayra çağırmak, kitaplar hediye etmek, evlerde ziyaretler yapmak, işyerlerini ziyaret etmek gibi hu­suslar hep bu konuya hizmeti olan hususlardır.

 

Ayrıca kimi zamanlarda geziler tertip etmek, bu gezilere az sayıda kimseleri alarak, onlarla gerekli münakaşa ve münazaraları yapmak gerçek­ten çok yararlı olan şeylerdir.

 

Uygun kimselere yemek ziyafetleri vermek, çay sohbetleri düzenlemek de aynı zamanda vaaz ve nasihatleri, güzel fikir ve düşünceleri insanlara aktarmanın bir yoludur. Çünkü bu, aynı zamanda sünnettir. Rasûlullah (s.a.v.) bunu yaparlardı.

 

‘Ziyaret’, bir kimseyi veya bir yeri ona karşı duyulan ilgi veya sevgiden dolayı gözle görmek, sesini duymak ve sevindirmek üzere onun yanına gitmektir.

 

İslâm dini Müslümanları, birbirlerinin din kardeşleri olarak ilan etmiş ve onların birbirlerini sevip saymalarını ve yardımcı olmalarını emretmiştir. İnsanlar arasında sevginin yerleşmesine ve kırgınlıkların yok olmasına yardımcı olan en önemli sebeplerden birisi ziyaretlerdir. Bu bakımdan İslâm, ziyaretlere büyük önem vermiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.); Allah için bir hastayı veya bir Müslüman’ı ziyaret eden kişinin Cennetteki yerini hazırladığını haber vermiştir.[28]

 

Ziyaretin; Ana-baba ziyareti, hasta ziyareti, komşu ziyareti, nezaket ziyareti, üstad ziyareti, bayram ziyaretleri gibi çeşitleri vardır. Kabirlere (mezarlık) gidip oraya defnedilen Müslümanların ruhuna Fatiha ve Kur’an okumaya kabir ziyareti, Umre ve Hac için Mekke’ye gidip Kâbe’yi ziyaret etmeye de Kâbe ziyareti denilmektedir. Kişilerin akrabalarını ziyaret etmesine “sıla-i rahim denilir. Bu ziyaretlerin her birinin kendilerine has adabı vardır.

 

                       Ziyaretin Sosyal Dayanışma Açısından Önemi

 

Bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanlara yedi şey yapmalarını emretmiş ve yedi şeyden kaçınmalarını istemiştir. Yapılmasını istediği şeyler şunlardır: Cenazenin arkasından gitmek (teşyi), hastaları ziyaret etmek, davete icabet etmek, mazluma yardım etmek, verilen sözü, yapılan yemini yerine getirmek, verilen selamı almak, aksırana dua etmek (teşmit).[29]

 

Tamamen sosyal ilişkileri düzenleyecek özellikte olan bu emirler içinde hasta ziyaretlerinin de bulunmasına dikkat edilmelidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) başka bir hadis-i şerifinde de hasta ziyaretinin önemine işaret buyurmuştur: Esiri kurtarınız, aç olanı doyurunuz, hastayı ziyaret ediniz.[30]

 

Karşılıklı ziyaretlerle birbirlerine karşı sevgi ve güven duyguları gelişen bireyler, birlik ve beraberlik içinde yaşayan toplumların doğmasına ve yaşamasına neden olurlar. Müslümanlar, ziyaret yolu ile birbirlerini daha yakından tanıma fırsatını bulurlar. Birbirlerinin sıkıntılarını, tasalarını, ihtiyaçlarını ve problemlerini öğrenirler. Pek çok konuyu aralarında görüşüp, birlikte karar verme ve çözüm bulma yollarını ararlar. Toplum içinde yalnız olmadıkları duygusunu kazanır ve geleceğe ümit ve güvenle bakarlar. Sevinçli ve üzüntülü anlarında çevrelerinde gördükleri kardeşleri, onlar için bir güven ve huzur kaynağı olur.

 

Ziyaret eden, ziyaret ettiği kimsede gördüğü ayıp ve kusurları kim­seye söylemeyip, onda gördüklerini saklayabilecekse, ziyarete gitmesi edeptendir. Eğer gördükleri ayıp ve kusurları muhafaza edemeyip baş­kalarına söyleyecekse, ziyareti terk etmesi daha iyidir. Ziyaretçinin, ziyaret ettiği kimseyi ziyareti, Allah Teâlâ ile meşguliyetine engel olacaksa, gitmemesi, Allah (c.c.)’a karşı olan edeptendir.

 

Nakşibendî büyüklerinden Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi zamanında mübarek Ramazan Bayramı, Erzurum mesut ve bahtiyar günlerinden birini yaşamaktadır. Herkes birbirinin bayramını tebrik etmekte, hastalar ziyaret edilmekte, çocuklar sevindirilmektedir. Efe Hazretlerinin dergâhının önü de sanki ana baba günüdür. Elini öpüp, hayır duasını almak isteyenler yarış halindedirler. Bu sırada Efe Hazretleri­nin, bayramını tebrik edenlere karşı söylediği sözler yıllar yılı herkesin dilinde tatlı bir nağme gibi söylene geldi:

 

Mevlâ bizi affede,

Bayram o bayram olur.

Cürm-ü hatalar gide,

Gör ne güzel ıyd olur.

 

Ziyaretler, dünyalık kazançlarla birlikte uhrevi faydayı (sevap kazanmayı) da sağlar ki, bu da Allah (c.c.) rızasına ulaşmaktır. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Aziz ve Celil olan Allah kıyamette;

Ey Âdemoğlu! Ben hasta oldum da sen beni ziyaret etmedin! Buyurur. Kul:

Ya Rabbi! Sen âlemlerin Rabbi olduğun halde ben sana nasıl hasta ziyareti yapabilirim? diye sorar. Allah (c.c.):

 

Sen bilmez misin ki, benim falan kulum hasta olmuştu da sen onu ziyaret etmemiştin. Yine bilmez misin ki, eğer sen onu ziyaret etseydin, kesinlikle beni onun yanında bulacaktın. (yani, benim sevabımı ve ikramımı onun yanında bulacaktın)” buyurdu. [31]

 

Başka bir hadis-i şerifte de, Hz. Peygamber (s.a.v.);Hasta ziyareti yapan kişi, (hastanın yanından) dönünceye kadar, kendisini cennete ulaştıracak bir yol üstündedir.” [32] buyurmuştur.

 

Şu halde ziyaretler, özellikle hasta ziyareti, Müslüman’ı Allah (c.c.) rızasına kavuşturacak güzel ahlâk davranışlarından biridir. Bu nedenle hasta ziyareti, kaçınılmaz bir görevdir. Müslüman toplumun bütün bireyleri bu sosyal görevi yerine getirmeli ve başkalarına da tavsiye etmelidir.

 

Bir Müslüman, anne ve babasından başlamak üzere, bütün yakınlarını, komşularını, tanıdıklarını, arkadaşlarını ve dostlarını uygun aralıklarla ziyaret etmelidir. Özellikle bayramlar, herkesin hem manevî olarak ve hem de maddî olarak ziyaretçi kabulüne hazırlıklı olduğu, izzet ve ikramların yapıldığı çok uygun günlerdir. Düğün, sünnet, ölüm gibi olaylardan sonra tebrik ve taziyede (baş sağlığı dileği) bulunmak için de yine ziyaretler yapılır.

 

Toplumumuzda eskiden anne, baba ve çocuklar tek bir çatı altında bulunuyorlardı. Günümüzde artık gençler evlenince hemen kendilerine yeni yuva kurmakta ve baba evinden ayrılmaktadırlar. Anne ve babalarından ayrı yaşayan, iş, görev ve başka sebeplerle onlardan uzakta bulunan kimselerin, hemen her fırsatta onları ziyaret etmeleri, ellerini öpüp dualarını almaları gereklidir. Yakın akrabalar da böyledir. Onların ziyareti de ihmal edilmemelidir. İslâm, fertleri arasında ilişkileri çok sağlam olan, birbirini seven, sayan ve haklarını koruyan mutlu bir toplum hedeflemektedir. Onun için bu tür ziyaretler, sıla-i rahim sayılan ve İslâm’ın ısrarla üzerinde durduğu ahlâkî görevlerdendir.

     

Aşağıdaki hadis-i şerifler, hasta olsun veya olmasın, komşu veya tanıdıkların ziyaret edilmesi gerektiğini göstermektedir.

 

Ashabı Kiram’dan, Kays b. Sad (r.a.)’ın anlattığına göre, Rasûlüllah (s.a.v.) bir gün kendilerini ziyaret etmiş, evlerinde bir müddet oturmuş, kendileri için dua etmiş ve evden ayrılmıştır. Abdullah b. Kays (r.a.); ‘Rasûlullah (s.a.v.) Ensar’ı da tek tek veya topluca ziyaret ederdi. Tek tek ziyaret ettiği zaman evlerine giderdi. Topluca ziyaret etmek istediği zaman mescid’e gelirdi’ [33] demiştir.

 

Yine Rasûlullah (s.a.v.)’ın Ensar’dan bir aileyi ziyaret ettiği, evlerinde yemek yediği, namaz kıldığı ve kendilerine dua ettiği haber verilmiştir. [34]

 

Ashab’ın büyüklerinden Hz. Selman (r.a.), Medâin’den Şam’a kadar gidip Ebu’d-Derdâ’yı ziyaret etmişti. [35]

 

Kûfe’den Medine’ye kendisini ziyaret etmek için gelen arkadaşları ile Abdullah b. Mes’ud (r.a.) arasında şu konuşma geçmiştir:

- Oturup dertleşmiyor musunuz?

- Bunu hiç terk etmiyoruz.

- Birbirinizi ziyaret ediyor musunuz?

- Evet, Ey Ebu Abdurrahman, hatta bazılarımız, Müslüman kardeşlerini bir müddet görmezse ta Küfe’nin öte başına yürüyerek gidip onun halini hatırını soruyor.

- Siz böyle devam ettiğiniz müddetçe huzur içinde yaşarsınız. [36]

 

Yukarıdaki hadis-i şerifler, Peygamber (s.a.v.)’in Müslümanları sık sık ziyaret ettiğini, onların hal ve hatırını sorduğunu anlatır. Ayrıca O’nun bu davranışını (fiilî sünnet) gören Müslümanların da birbirlerini ziyaretten geri durmadıklarını, o devrin kısıtlı ulaşım araçlarına rağmen uzak şehirlerdeki dostlarını ziyaret için gittiklerini ve bunu toplum huzurunun vazgeçilmez bir unsuru olarak gördüklerini göstermektedir.

    

Peygamber (s.a.v.) hastaları ziyaret etmiş ve bunu Müslümanlara da ısrarla tavsiye buyurmuştur. Hatta Rasûlullah (s.a.v.) yalnız Müslüman hastaları değil gayr-i Müslim (Müslüman olmayan) hastaları da ziyaret etmiştir. Enes b. Malik (r.a.) şöyle demiştir; Bir Yahudi genci, Nebi (s.a.v.)’e hizmet ederdi. Bir ara bu genç hastalandı. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) onu hastalığında ziyaret etti. Başucunda oturdu. O gence Müslüman olmasını teklif etti. O da babasına baktı. Babası; ‘Oğlum, Ebu’l-Kasım’a itaat et!’ deyince Müslüman oldu. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) hastanın yanından çıkınca: Şu genci cehennem azabından kurtaran Cenâb-ı Hakk’a hamd ve senalar olsun.”  buyurdu.

 

Sağlık gibi hastalık da insan yaşamının bir parçasıdır. Hemen her yaşta, insanların yakasına yapışan hastalıklar vardır. Hastalık, üzüntü, karamsarlık ve sıkıntı kaynağıdır. Bu durumda insan, eşini, dostunu ve yakınlarını çevresinde görmek, onların tatlı ve ümit veren sözleri ve yardımları ile teselli bulmak ister.

Üzüntüler paylaşıldıkça azalır ve sevinçler paylaşıldıkça artar, atasözümüz bunu ne güzel ifade etmektedir.

 

                          Ziyaretlerde Uyulması Gereken Kurallar     

           

Gerek hastaları ve gerekse başkalarını ziyaret ederken bazı hususlara dikkat etmek, ziyaret kurallarına titizlikle uymak gerekir. Bunlara uyulmaması durumunda çoğu zaman ziyaretten beklenilen yararlar elde edilemediği gibi aksine sevindirilmek istenilen insanların üzüntü ve sıkıntıya sokulmasına sebep olunur. Bunun için aşağıdaki ziyaret kurallarına titizlikle uyulmalıdır:

1- Ziyaret için uygun zaman seçilmelidir. Uyku, yemek ve iş saatlerinde ziyaret yapılmamalıdır.

 

2- Temiz ve derli toplu kıyafetle gitmeli, kir-pas içinde, dağınık elbiselerle ziyarete gidip insanlar rahatsız edilmemelidir.

 

3- Mümkünse önceden ziyarete gidileceği haber verilmeli ve bildirilen saatte mutlaka gidilmeli, erken veya geç gidilmemelidir.

 

4- Ziyarete gidilen evin kapısı, zili çalınmalı ve selâm verilerek girilmelidir. Ev sahibinin hatırı sorulmalı, sevinç veya kederi paylaşılmalıdır.

 

5- Ziyaret fazla uzatılmamalıdır. Ziyaret edilen yaşlıların konuşmaları sessiz ve sabırla dinlenmeli ve onları sıkacak ve üzecek söz ve davranışlardan sakınılmalı, onları sevindirecek haberler verilmeli, güler yüz ve tatlı sözlerle gönülleri alınmalı ve duaları istenmelidir.

 

Bu genel ziyaret kuralları dışında, hasta ziyareti sırasında uyulması gereken hususlar da vardır ki, bunlar kısaca şöyle özetlenebilir:

1. Peygamber (s.a.v.); “Sizden biriniz hasta ziyaretine gittiğinizde elini onun eli veya alnı üzerine koysun ve ‘nasılsınız?’ diye hatırını sorsun.” [37] buyurmuştur. Bundan anlaşılacağı gibi Rasûlullah (s.a.v.) ziyaretçilerden hasta ile yakından ilgilenilmesini istemiştir.

 

2. Hastayı yorucu, moralini bozucu söz ve davranışlardan sakınmalıdır. Ziyaret kısa tutulmalı ve doktorunun ziyaretle ilgili tavsiye ve yasaklarına uyulmalı ve bunlar zorlanmamalıdır.

 

3. Hastaya bir isteği olup olmadığı sorulmalı, gerekirse malî yardımda bulunmalı, kendisine zarar vermeyecekse yiyecek ve diğer hediyeler götürülmeli ve çiçek takdim edilmelidir.

 

4. Bazı hastalar, özellikle yaşlılar hastalıkları sırasında hep ölümü düşünür, rahatsız olurlar. Böyle kimseleri uygun sözlerle teselli etmek, kendisinin iyi göründüğünü ifade etmek, onunla daha iyi şeyler yapacağını söylemek, ölümün insan için kaçınılmaz bir şey ve Allah (c.c.)’ın emri olduğunu anlatmak, ancak her hastalığın insanın ölüme götürmediğini hatırlatmak faydalı olur.

 

5. Hastaya dua etmek, sağlık ve şifa dileğinde bulunmak temel ziyaret kuralıdır. Bu konuda Rasûlullah (s.a.v.)’den pek çok hadis rivayet edilmiştir. Abdullah b. Ömer (r.a.)’in rivayetine göre Rasûlullah; “Sizden biri hasta ziyaretine gittiği zaman, ‘Allah’ım, bu kuluna şifa ver’ diye dua etsin!” buyurmuştur. Hz. Aişe (r.a.) de: ‘Rasûlullah (s.a.v.) bir hastayı ziyaret etmeye gittiği zaman, “Bismillah” diyerek, elini hastanın ağrıyan yerine koyar ve “Geçmiş olsun!” buyururdu.’ demiştir.

 

Hz. Selman (r.a.); Peygamber (s.a.v.) ben hasta iken ziyaretime gelmişti. Çıkarken şöyle buyurdu: Selman! Allah şifalar versin. Günahını affetsin. Ölünceye kadar bedenine sıhhat, dinine kuvvet versin!” demiştir.

 

6. Uzaklık ve başka nedenlerle yanına bizzat gidilip hasta ziyaret edilemiyorsa, bir başkası aracılığı ile veya mektup, telefon, faks, internet, gazete ilanı gibi haberleşme araçları ile selam, sağlık ve şifa dileklerinin iletilmesi de güzel bir davranıştır. Sonucu itibariyle bu da ziyaret gibidir.   

 

İslâm dini, kardeşlik bağlarını kuvvetlendirmek için hayatta olan kardeşlerimizi ziyaret etmeyi emrettiği gibi, gönüllerimizin yumuşaması, ahiret hayatını düşünmemiz ve bir gün aynı noktaya bizim de geleceğimizi unutmamamız ve ebedi âleme göç etmiş kardeşlerimizi, rahmetle anmamız, onlara hayır duasında bulunmamız için kabir ziyaretlerine de büyük önem verir. Çünkü kabir ziyareti, insana ebedi hayatı hatırlatır. Böylece dünya hayatında daha ölçülü olmamızı sağlar. Allah (c.c.) ve Peygamberi (s.a.v.)’nin emir ve yasaklarına uymaya zorlar. Bunun için kabir ziyareti, çok güzel bir ‘otokontrol’ uygulamasıdır.

 

Dinimiz mescit (cami) ziyaretlerine de büyük önem vermiştir. Allah (c.c.) “Mescitler şüphesiz Allah’ındır!” [38] Ayetiyle camilerin ne kadar önemli ve değerli olduğunu bildirmiştir. Camilerimiz, dünyanın bütün coğrafyalarında onbeş asırlık İslâm Medeniyetinin önemli eğitim, kültür, ahlâk ve sanat ocaklarıdır. Karanlıklar buralardan aydınlanmış, Müslümanlar buralarda olgunlaşmışlardır. Onun için mescitler Müslümanların hayat kaynağı olmuştur. Müslümanlar mescid eğitiminden alınlarında izler taşırlar. Müslüman ile mescit arasında koparılmayacak bir bağ vardır. Bunun içindir ki, bir İslâm beldesine varıldığı ve sefer dönüşü mescitleri ziyaret etmek ve iki rekât namaz kılmak İslâm geleneklerindendir.

 

Selçuklu ve Osmanlı padişahlarının emrinde o günün en güzel teknolojileri kullanılarak ve insan yeteneklerinin son sınırları zorlanarak yapılan ve bugün bile dünyanın en güzel yapıları durumunda olan üç kıtadaki mescitleri her fırsatta ziyaret etmelidir. Bu eserleri yapanlara, yaptıranlara dua etmeli ve bu eserlerin kıyamete kadar yenileri de eklenerek ayakta kalması için hem dua ve niyazda bulunmalı ve hem de gerekli tedbirlerini almalıyız.

 

İşte bu saydığımız ameller Allah (c.c.) yolunda dil ile yapılacak cihada bazı örneklerdir. Kuşkusuz dil ile yapılacak cihat sadece bunlara sınırlı kılınmış değildir. Batıl düşünceli kimselere ve bunların propagandacılarına ne şekilde olursa olsun cevap verilmesi, ci­hadın hangi yönü ve çeşidiyle yapılırsa yapılsın cihattır. Şiirle ve edebiyat ile cihat, ilânlar vermek suretiyle cihat, yazıyla cihat yapıldığı gibi, okuldaki öğretmen, üniversitedeki hoca derslerinde, dükkânındaki esnaf da kendi işi içinde cihadı­nı yürütür. İşçi, arkadaşları arasında yürütür, doktor hastaları arasında yürü­tür, İşte bütün bunlar ve benzerleri ile dil cihadı en büyük bir düzenle yapı­labilir. Davetçi insanlar düşünürlerse, önlerinde buna ilişkin birçok açık kapı ve çalışabilecekleri alanlar gö­rebilirler. Yeter ki hizmeti yüklenebilsin. Her Müslüman kendisini ve elindeki imkânları ve hangi araçlardan yararlanacağını bilir. Önemli olan düşünmemiz, bunu kendimize bir görev olarak benimsememiz, çalışmamız ve samimî olarak Allah (c.c.) için konuya eğilmemizdir. Bütün bunlarda samimi­yet ve ihlas şarttır.

 

                        e) Radyo, Televizyon ve İnternet Yayınları

 

Ülkelerimizde halkımıza ulaşacak sayı ve kalitede yeterli televizyon, radyo ve internet yayınlarına sahip isek işte o zaman bizler dil ile cihad noktasında iyi bir durumda olduğumuzu düşünebiliriz. Çünkü bu yayın organları direkt olarak değişik üslûp ve ifade tarzlarıyla batıl düşünceli insanlara gereken cevabı vermektedirler. Sapıklıklar bu imkânlar aracılığıyla açıklanıp, önlenebilir. Doğrudan doğruya bu kötülük kaynakları ve yuvaları ortaya çıkarılabilir, insanlara duyurulabilir. Sapıklıklara anında sustu­rucu cevaplar verilebilir. İyilikler bunlar kanalıyla yayılır ve özendirilir. Yapacağımız tek şey, bunların Müslümanlar tarafından kurulmasını, işletilmesini, sektörde hâkimiyetin sağlanmasını ve hizmetlerin sürekliliğini sağlamaktır.

 

Şayet mümkünse coğrafi ve sosyal durumuna göre her bir bölgenin bir televizyonu ve radyosu bulunmalıdır. Çünkü gerçekten her bölgenin kendine özgü bir durumu vardır. Bütün yayın organlarının tek bir merkezden yapılması doğru değildir. Bölgesel yayınların çok geniş ve sürekli izleyicileri ve dinleyicileri vardır. İşte bu potansiyel çok iyi değerlendirilmelidir.



[27]  Sebe sûresi, 34/64.

[28] Tirmizi, Birr, 64.

[29] Buhari, Cenaiz, 2; Müslim, Selam, 4–6.

[30] Tecrid, VIII / 404.

[31] Müslim, Birr, 43.

[32] Müslim, Birr, 39.

[33]  Hadislerle Müslümanlık, Y. Kandehlevî, 3/1038.

[34]  Buhari, Edeb, 65.

[35]  Buhari, Edeb, 65.

[36]  Y. Kandehlevî, a.g.e. 3/1038.

[37] Tecrid, 4 / 351

[38] Cin sûresi, 72/18.