ÖMER B. ABDUL-AZİZ’İN
TAVSİYELERİ
1- Muhammed b. Ka’b el-Kurazi’den naklen şöyle anlatırlar:
el-Kurazi dedi ki: Ömer b. Abdulaziz halife olunca, Medine’de bulunduğum sırada
bana haber gönderdi. Huzuruna vardım. Yanına girince, hayret içinde kalarak
gözümü ayırmadan bakmaya başladım. Bunun üzerine bana dedi ki: Ey İbni Ka’b!
Sen bana daha önce bakmadığın bir bakışla bakıyorsun. Ben de “Hayretimden dolayı”
dedim. Nedir hayretin? Dedi. Dedim ki: Değişmiş olan rengine, incelmiş,
zayıflamış olan cismine, dökülmüş olan saçına hayret ettim. Dedi ki: Öyle mi!
Eğer sen üç zaman sonra, çukuruma atılmış, gözlerim yanaklarım üzerine sarkmış,
burnumdan kan ve irin akmış olduğu halde beni görmüş olsaydın benden daha çok
ürkecektin.
2- Ömer b. Zerr yoluyla şöyle dediler:
Ömer b. Abdulaziz’in bütün gayreti, haksızlıkları gidermek ve insanlara mal
taksim etmekten ibaret idi.
3- Şam ehlinden bir üstad şöyle
dedi:
Ömer b. Abdulaziz halife tayin edilince, halkın işlerinden yüklendiği
mes’uliyet sebebiyle iki ay üzüntü ve keder içinde kaldı. Sonra millet ve
memleket işlerine nazar etti. Hakları sahiplerine iade etti. O derece ki,
kendini ihmal ediyordu. Ölünceye kadar bu minval üzerine devam etti. Vefat
edince devrin âlimleri taziye etmek üzere hanımına geldiler, ölümüyle
Müslümanların ne kadar büyük bir kayba uğradıklarını, kederlerinin sonsuz
olduğunu belirttiler. Sonra hanımına: ‘Bize onun hakkında bilgi ver, zira
erkeği en fazla tanıyan zevcesidir’ dediler. Hanımı şöyle anlattı: Vallahi o,
sizden daha fazla namaz kılan, oruç tutan bir kimse değildi. Lâkin ben O’nun
kadar Allah’tan korkan, Allah (c.c.) korkusuyla titreyen birisini görmedim. Merhum,
cismini ve ruhunu insanlar uğrunda tüketti. Halkın ihtiyaçlarını gidermek için
bütün gün vazifesi başında kalırdı. Akşam olur da bazı kimselerin işi bitmezse
gece de devam ederdi. Bir gece halkın ihtiyaçlarını bitirmiş olduğu halde
geceledi. Kendi şahsî malından olan kandili istedi. Sonra iki rekât namaz
kıldı. Sonra elini çenesine dayayarak oturdu. Gözyaşları yanaklarından
akıyordu. O’na dedim ki: Ey Müminlerin Emiri! Sende bir şey var, ben seni bu
geceki gibi hiç görmedim. Bana cevap verdi: Evet düşündüm ki, ben bu milletin
siyahına beyazına halife oldum. Garip, kanaatkâr, kendi haline terk edilmiş
biçareleri, fakirleri, muhtaçları, zorla tutulan esirleri, memleketin dört
bucağındaki nice kederlileri hatırladım. Anladım ki, Allah onların hepsinin
hesabını benden soracak. Muhammed Mustafa da onların lehine, benim aleyhime
şehadet edecek. Bu sebeple Allah yanında mazur görülmemekliğimden, Peygamberin
aleyhimde şehadet etmesinden korktum. Böylece kendimin ne olacağını düşündüm.
Vallahi Ömer öyle bir insandı ki, ehliyle eğlendiği bir sırada Allah’ın
emrini hatırlasa, suya düşen serçe gibi çırpınır, ızdırap çekerdi. Sonra
ağlaması artar, ahu sesi yükselirdi. Ona acıyarak üzerimizden yorganı atardım.
Sonra hanımı ilâve etti: Bizimle halifelik arasında doğu ile batı arasındaki
kadar bir uzaklık olmasını ne kadar arzulardım.
4- Ömer b. Abdulaziz’i Medine’de gördük. O insanların en güzel giyineni, en
güzel kokular sürüneni, gururla yürüyeni idi. Sonra onu halife olunca da
gördük. Ruhbanlar gibi yürüyordu. Her kim sana yürüyüş bir seciyedir, derse
Ömer b. Abdulaziz’den sonra, artık sen onu tasdik etme.
5- İsmail b. Ebi Hakim’den şöyle naklettiler: Bir gün Ömer b. Abdülaziz
öfkelendi. Kendisi öfkeli bir kimse idi. Oğlu Abdülmelik de orada idi.
Öfkesi zail olunca oğlu şöyle dedi: ‘Ey Müminlerin Emiri! Senin gibi
Allah’ın nimetine nail kıldığı, kadrini ve mevkisini yücelttiği, kulların işine
emir tayin ettiği bir kimseden bu gördüğümüz öfkenin çıkışına şaştım.
Ömer b. Abdülaziz: Ne söyledim? Dedi. Oğlu, sözlerini tekrarladı. Ona dedi
ki: Ey Abdülmelik, sen öfkelenmez misin? Oğlu şöyle cevap verdi: Eğer ben
öfkemi içimde tutmazsan, o zaman benim içimin bana faydası nedir?
Bir alâmeti dahi görünmeyecek şekilde
öfkemi içimde saklarım.