KORKAKLIK     

 

‘Korkaklık’, cübün, yüreksizlik, kalbin zafiyet göstermesi ve cesaret yokluğu demektir. [1]

 

Gadab’ın, yani sert davranmanın gerektiği yer ve zamanda, gerektiği miktarda gösterilmesine ‘Şecâat’ denir. Gereğinden az olmasına da ‘cübn’ denir.

 

Korkaklığın zıttı ‘Cesaret’tir.

 

Korkak olan kimse, ailesine ve akrabalarına karşı, gayretsizlik ve hamiyetsizlik gösterir. Onları saldırı ve zorluklara karşı koruyamaz. Zillete ve zulme boyun eğer. Haram işleyen kimseleri görünce susar. Başkalarının malına tama’ eder. İşinde sebat etmez. Kendisine verilen görevin önemini anlamaz. Allah (c.c.), tevbe sûresinde şecâat ve kahramanlığı övmekte, zina edenlere ceza verilmesinde ise merhamet olunmamasını istemektedir.

 

Peygamber (s.a.v.)  de, birçok hadislerinde, korkaklık demek olan ‘Cübün’den Cenâb-ı Hakk’a sığınmışlardır. İman ve İslâm’ın bekası kuşkusuz Cenab-ı Hakk’ın takdiri ve mücadele ve savaşlardaki Müslüman mücahidlerin akıllara durgunluk veren başarılarıyla gerçekleşmiştir. Korkak, sabırsız ve sebatsız insanların hiçbir konuda başarılı olmaları mümkün değildir. Her zaman görülmektedir ki, bir çok batıl işlerde bile, başarmak için insanlar kendi çıkarları  gereği, pek çık mücadele vermekte, savaşlarına azim ve metanetle devam etmektedirler. Halbuki bu hususta ne bir sevap ve mükafatları vardır ve ne de ‘şehadet’ gibi bir yüce dereceye ulaşmak, kültür ve inanışlarında vardır. Belki zulüm ve haksızlıklarının cezasını çekmek üzere, büyük azap ve felaketlere de uğratılabilirler. Halbuki bir Müslüman, gerek savaş, gerek cihad ve gerekse herhangi bir haksızlığa karşı direnişi karşısında ölecek olursa ‘şehid’ rütbesi verilir. Makamı Cennet olur.

 

Günahları da daha kanının ilk damlasıyla birlikte silinir, sorgu ve sual de olunmazlar. Bu güzel özelliğe sahip bireyler ve toplumlar her zaman mutludurlar. Mümin şuna inanır ki, ecel gelmeden önce hiç kimse ölmez. Bu da Cenâb-ı Hakk’ın ezeldeki takdiri ile verilmiştir. Değiştirmek kimsenin elinden gelmez. Dolayısıyla korkaklık insana hiçbir yarar sağlamadığı gibi bir çok hak ve özgürlüğün de el çıkmasına göz yummasına neden olur. Yine ölüm hiç kimsenin yakasını bırakacak değildir. Şan ve şerefle ölmek, elbette zayıf, çaresiz ve kadınlar gibi evlerinde ölmekten binlerce kat daha iyidir. İslâm’ın bütün yeryüzüne yayılması için, rahat ve huzurlarını, iş ve güçlerini bırakıp ta, kafirler ile savaşarak İslâm sancağını dünyanın her tarafına ulaştıran ve İslâm’ı yaşayan, o büyük atalarımızın saymakla bitmeyen fetihleri, hep bu yüksek sevginin sonuçları değil midir? Kuşkusuz bu da imanın kuvvetine ve Hakk’ın rızasını kazanma emelini taşıyan kimselere mahsustur. [2]

 

Cenâb-ı Hak buyurur: “Muhammed (s.a.v.) Allah’ın peygamberidir. O’nun beraberinde bulunanlar, kafirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları rükû ve secde eder halde (namaz kılarken) Allah’tan sevap ve rıza istediklerini görürsün. Secde eserinden (çok namaz kılmalarından meydana gelen) işaretleri yüzlerindedir. İşte onların Tevrat’taki tanımları budur. İncil’deki tanımları da şudur: Onlar filizini çıkarmış bir ekine benzerler. Derken o filizi kuvvetlendirmiş de kalınlaşmış, nihayet gövdeleri üzerinde doğrulup kalkmış; çiftçilerin hoşuna gidiyor. Bu benzetme kafirleri ashab-ı kiram ile öfkelendirmek içindir. Onlardan iman edip Salih amel işleyenlere, Allah bir mağfiret ve büyük mükâfaat vaat etmiştir.” [3]

 

Bu ayette görüldüğü üzere, Cenâb-ı Hak çok açık ve net olarak, Müslümanların, düşmanlarına karşı şedid, cesur, azimli, şecaatli, metanetli, bahadır, korkmaz ve yılmaz kimseler olduğunu beyan ederken, birbirlerine karşı da son derece merhametli olduklarını bildirmesi, cesaretin ancak yerinde ve özellikle din düşmanlarına karşı amansız bir halde yapılması gereğini de bildirmiştir. Düşmanlara karşı kuzu gibi olup da, birbirlerine ve aile bireylerine karşı gereksiz sertlikler hiçbir zaman şecaat veya cesaret olarak kabul edilemez.

 

Allah (c.c.) için sevmek ve Allah (c.c.) kızmak kuralını elden bırakmamak, her işte gerek sevgi gereği yumuşaklık ve gerekse, isyan ve günahların işlenmesi halinde buğz, şiddet ve adavet, gerekirse de şecaat ve cesaretini, Allah (c.c.) için göstermek, birey ve toplumun kurtuluşu için pek yerinde olacaktır. [4]

 

Peygamber (s.a.v.), bütün Arabistan şirk ve küfür içinde yüzerken, yalnız başına tevhid sancağını kaldırmış, büyük bir düşman dünya ile yalnız başına savaşmıştı. Bütün Arabistan halkı küçüğünden büyüğüne, erkeğinden kadınına kadar hepsi karşısına bir dağ gibi dikilmiş, fakat bütün bular O’nun sarsılmaz azmi, cesareti, peygamberlik vakar ve şecaati karşısında darmadağın olmuştur.

 

Bedir savaşında araç ve gereçleri yetersiz, silahları kötü üçyüz mücahid Müslüman, Kureyş’in her şeyi mükemmel bin savaşçısı ile karşılaştığı zaman, bu mücahidler Peygamber (s.a.v.)’in etrafında toplanmışlar ve O’nun bir dağ gibi metin durduğunu görmüşlerdi. [5]

 

Rasûlullah (s.a.v.) insanların en yakışıklısı, en cömerdi ve en cesuru idi. Bir gün bütün Medine halkı, ani bir baskına uğradıklarını sanarak korkmuş, sesin nereden geldiğini anlamak üzere sokağa çıktıklarında Resûlullah (s.a.v.)’in tek başına eyersiz bir atla olayı araştırıp geri döndüğünü görmüşlerdir. [6]

 

İslâm’a ve müslümanlara düşmanlık edenlere, saldıranlara karşı sert olmak gerekir. Bunlara karşı korkak olmak, asla caiz değildir. Korkarak kaçmak, Allah (c.c.)’ın takdirini değiştirmez. Ecel gelince, Azrail (a.s.) insanı nerede olursa olsun bulur. Kendini tehlikeye atmak da caiz değildir. Tehlikeli yerlerde yalnız kalmak, yalnız yürümek de günahtır.

 

Milli şairimiz Akif, Cebanet’in toplumda kök saldığından şikayetle diyor ki:

‘Meydanı yazık bir sürü divaneler aldı,

Yerleşti cebanet, kökünü her yere saldı,

Ya Rabb! Bugünün akşamı ferdaya mı kaldı?’

 

Dünyada en büyük yiğitlik, yasal görevlerini güzelce yerine getirmek, bu yolda hiçbir engelden korkmamak, adaletli davranmak ve buna dikkat göstermektir. Fakirlik düşmanına karşı istekle sabır ve tahammülü alışkanlık haline getirenler de ‘Cesur’ ünvanına lâyık olurlar. [7]

 



[1] Ahlâk Lügatçesi, Ö. N. Bilmen

[2] Tasavvufi Ahlak, M. Z. Kotku

[3] Fetih sûresi, 48/29.

[4] Tasavvufi Ahlâk, M. Z. Kotku.

[5] Buhari.

[6] Buhari ve Müslim.

[7] Tasvir-i Ahlâk, A. Rıfat.